Medeniyetimiz

Edirne’nin Muhteşem Günleri: Sultan IV. Mehmed’in Bayram Alayı

x

resim

VIl. asırda Edirne, dünyanın en büyükşehirlerinden biriydi. IV. Mehmed devrinde, Köprülü-zâde Fâni Ahmed Paşa sadrâzamken Fransa büyükelçiliği baş tercümanı olarak uzun yıllar Türkiye’de bulunan Antoine Galland, bize bu çağ Edirne’si üzerinde değerli bilgiler vermektedir. Binbir Gece Masalları’nı ilk defa Fransızca’ya çevirerek büyük bir ün yapan Galland (Galan), ince bir gözlemcidir. IV. Mehmed’in Edirne’de Selimiye Camii’ne bayram namazına gidişini şöyle anlatıyor: 

“…Alayın baş taraflarında bir yerde Vezir Dâmâd Musâhib Mustafa Paşa gidiyordu. Büyük bir ihtişam içinde olmasına rağmen, bütün Türk devlet adamları gibi tevazu ile karışık bir ağırbaşlılığı vardı. Çevresinde şâtırlar yürüyordu. Vezirlerin yanında bulunan bu muhafızların hepsi uzun boylu ve yakışıklı insanlardı. Üniformalarında yeşil, mor, kırmızı ve sarı renkler vardı. Gümüş ve altın tellerle işlenmiş ipek üniformaları, güneşin altında parıl parıl yanıyordu. On veya on ikisi yanyana yürüyorlardı. Sonra solak denen hassa askerleri ilerliyordu. Bunları “çavuş” denen 9 padişah yaveri takip ediyordu. Bunlar at üzerinde değil, yaya yürüyorlardı. Her biri elleriyle padişahın bir atını yediriyordu. 9 at da muhteşem hayvanlardı. 

İlk üç atın koşumları inciyle işlenmişti. Diğer üç atın üzerinde elmaslar yanıp sönüyordu. Son üç atın koşumlarıysa som altın olup üzerlerine mücevherler kakılmıştı. Çavuşları peykler takip ediyordu. Her peykin elinde altın yaldızlı gümüş baltalar vardı. Daha sonra padişah geliyordu. Anlatılamayacak derecede güzel, gümüş renginde bir ata binmişti. Kavuğundaki sorguçta, balıkçıl tüyleri arasında, çok iri bir elmas parlıyordu.

Padişahın çehresi, bütün Anadolu halkı gibi esmerce, dolgun, gözleri iri ve mânalı idi. Hemen arkasında silâhdârı geliyor ve kabzası baştanbaşa yakutlarla örülmüş kılıncı taşıyordu. Çevresindeki askerlerin giyimi pek göz alıcıydı. İçi samur kaplı elbiselerinin düğmeleri elmastı. Böylece Edirne Sarayı’ndan Selimiye Camii’nin kapısına gelindi. Avlularına, caddelere kadar dolu olan camide bayram namazı kılındı. 

Dönüşte padişah köprü üzerinden geçerken, bir kadın yaklaştı. Elindeki dilekçeyi padişaha verdi. Hükümdar hemen atını durdurarak dilekçeyi oracıkta okudu. Edirne’deki bizim Fransa büyükelçiliği binası yakınlarında da bir adam padişaha dilekçe vermek istedi. Bir kapıcıbaşı, yani mâbeynci, atından inerek adamın elindeki kağıdı aldı; açmadan padişaha verdi. Bu sırada Edirne’de yer ve gök, atılan bayram toplarının sesleriyle inliyordu. 1672 yılının 8 nisanı olan bugün bir cumartesiydi.

7 Mayıs 1672 günü IV. Sultan Mehmed, Polonya seferine çıkmak üzere Edirne’den ayrıldı. Hayatımda bundan daha güzel, daha muhteşem bir alay görmedim. Dünyanın hiç bir yerinde daha parlak, daha düzenli, daha zengin bir geçit resmi yapılamazdı. Ordunun bizzat Padişahın komutası altında şehirden çıkışı, güneşin doğmasından başlayarak 5 saat sürdü. 

Polonya sınırına kadar olan merkezlerdeki Türk birlikleri, yolda bu orduya katılacaklardı. Geçen asker kadar, atları da muhteşemdi. İnsan hangisini seyredeceğini şaşırıyordu. Hayvanların üzerlerinde mükemmel örtüler vardı. Ancak başları ve bacakları görünüyordu. Birçoğu zırhlı olmayanların sağrıları kaplan veya pars postuyla örtülmüştü. Üzerlerindeki sipahiler, kılıç, yay, sırma işlemeli ve içi okla dolu bir okluk taşıyorlardı. Gayet güzel cilâlanmış kalkanları da vardı. Tüfek taşıyan asker, yaya yürüyordu. Atlıların bir kısmı mızraklıydı.

İlk birlikler geçtikten sonra kalabalık bir mehter takımı yürümeye başladı. Hem yeniçeri adımlarıyla, hem de çalıp okuyorlardı. Kösler ve davullar vurduğu zaman yer yerinden oynuyordu. Gösterdikleri ihtişam mükemmeldi. Mehter takımından sonra sonu gelmez gibi görünen birlikler geçmeye başladı. Türk askerlerinin demirden ve işlemeli zırhları yeşil,kırmızı ve sarı satenden sarıkları, ipek kordondan süslü kadife cepkenleri, en iyi şekilde imal edilmiş silahları, seyredenleri hayretle karışık bir hayranlık içinde bırakıyordu. Silahlarına o kadar itina gösterilmişti ki, her ok, ayrı ayrı cilalanmış ve süslenmişti.”

İlgili Gönderiler

1 / 48