TarihZaferlerimiz

Yemen’de Son Şahlanış

İ

ngilizler Aden sınırındaki Lâhiç Emirliği arazisine fazla önem verdikleri için buraya kendilerine tâbi olmuş birçok yerli kabileler göndermişler, aynı zamanda Aden’de bulunan yedi taburluk bir tugayı da onlarla birlikte Türkler’i püskürtmeye memur etmişlerdi. Ali Said Bey, evvelâ bu kuvvetlere hücum ederek onları yendi. Şiddetli çarpışmalardan sonra emirliğin merkezi olan Lâhiç’e girdi.

Kaçan İngilizler’le Arap kabilelerini Aden dolaylarına kadar kovaladı. On gün kadar buralarda tutundu. Lâkin İngilizler, Süveyş ve Basra cephelerinden ayırdıkları yeni kuvvetleri karaya çıkardılar. Sarılmak tehlikesiyle karşılaşan Ali Said Bey, çaresiz kuvvetlerini Lâhiç’e çekerek savaşı orada kabul etmeye karar verdi.

Kanlı Savaşlar

Bundan sonra düşman üstün kuvvetlerle ve bir kısım yerli kabilelerin yardımiyle taarruza geçti. Günlerce süren hücumlar, Türkler’in kahramanca karşı koyuşları ve mukabil taarruzları karşısında neticesiz kaldı. Ummadıkları kadar zayiat veren İngilizler, sonundâ Lâhiç’i zaptedemiyeceklerini anlayarak hiç olmazsa Aden’i elde tutmak için savunmaya geçmeye karar verdiler ve açık denizden körfeze kadar tel örgü ve hendeklerden bir müdafaa hattı kurmaya başladılar. Türkler de boş durmuyor ve on altı kilometrelik bir cephe üzerinden Aden’i kuşatma hareketine girişmiş bulunuyorlardı.

İşte, bu son hizmetine karşılık Ali Said Bey’in rütbesi mirlivalığa, yâni generalliğe yükseltilmiştir. Genç Paşa, bu sırada muhasara işini tamamlamış ve düşmanı demir bir çenber içine alarak bulunduğu yeri tesbit etmişti. Karşısındaki kuvvet, sayıca kendi emrindekilerden dört beş misli fazlaydı. Üstelik silâh ve her türlü savaş malzemesi bakımından ölçülmeyecek bir üstünlüğe sahip bulunuyor, İngiliz gemileri ise deniz tarafından Türk hatlarını rahatça bombardıman edebiliyordu.

Şiddetli Bombardımana Rağmen Düşmana Adım Attırılmıyordu

Buna karşılık bir avuç Türk bu kesintisiz bombardımanlara, üst üste taarruzlara, ancak sayı fazlalığına, silah ve malzeme bolluğuna sahip tarafın lehine gelişebilen yıpratıcı siper savaşlarına rağmen düşmana adım attırmıyordu.

Daima her türlü methin üstünde bulunan Mehmedçiğin Aden önünde gösterdiği bu cesaret ve direniş başta Hindistan’a, Cava’ya ve Güney Afrika’ya yayılmış, buralarda yaşıyan Müslümanlar’ın Osmanlı devletine olan mânevî bağlılıklarını ve Türkler’e karşı duydukları hayranlığı arttırmış, Yemen’deki kabileleri ise iyice sindirerek âsâyişin yerleşmesine sebep olmuştu. Ali Said Paşa bundan faydalanarak uzak ve yakın bütün yerli emîrlik ve sultanlıklarla devlet lehine anlaşmalar yarak onların düşman emellerine hizmetleri ihtimalini de ortadan kaldırdı.

Elinde ancak iki bin Türk ve o kadar da yerli kuvvetler bulunan Ali Said Paşa’nın bir taarruz hareketiyle Aden’i zaptetmesi mümkün değildi. Yemen’de bulunan ve boş duran öbür askerî birlikte de emrine verilse o zaman böyle bir şey düşünülebilirdi. Tevfik Paşa’nın ise buna razı olmasına imkân yoktu. Şu hâlde yapılacak şey, İngilizler’i Aden’de dışarıya uğratmamak ve Yemen’i ele geçirmelerine engel olmaktı. Ali Said Paşa ise, bütün şartların aleyhinde olmasına rağmen bunu başarıyordu.

Lahiç Halkı Türkler’den Son Derece Memnundu

Ali Said Paşa, uzun bir kuşatmaya hazırlanıyordu. Ancak, ne erzak ve ne de para vardı. Bunun üzerine Lâhiç deltasında ziraate başladı. Bu suretle birliklerinin hem ekmek, hem de sebze ihtiyacını karşıladı. Hurmalıklardan da bol bol faydalanıldı. Lâhiç halkı, Türkler’den son derece memnundu.

Aden’de ise durum tam tersineydi. Yalnız şehrin nüfusu kırk bin kişi olup Arap, Hindli ve Somalililerin teşkil ettiği halk, daha evvel bolluğa alışmış bulunuyorlardı. Bölgenin bütün ihtiyacı ise evvelce Yemen’den sağlanmaktaydı Türkler, Aden’i kara tarafından sıkı bir kuşatmaya aldıklarından hiçbir yiyecek maddesinin buradan girmesine imkan yoktu. Bunun üzerine halk İngilizler’i sıkıştırmaya başladı. Onlar da şu cevabı verdiler:

“Elimizden bir şey gelmez. Çünkü sizin dindaşlarınız olan Türkler, yolları kesmiş bulunuyorlar. Ali Said Paşa’ya müracaat edin. Eğer o Lâhiç’den erzak çıkmasına müsaade ederse, biz de bunun Aden’e girmesine engel olmayız. Yalnız siz de karşılığında mal değil, yalnız para çıkartabilirsiniz.”

Bunun üzerine Aden’in ilerigelenleri Ali Said Paşa’ya bir heyet göndererek durumu bildirdiler. O da belli bir ücret karşılığında buna razı oldu. Böylece hem tümenin para ihtiyacı sağlandı, hem de İngilizler’in bütün gayret ve dikkatlerine rağmen pamuk ipliği, tuz, pirinç ve şeker gibi Türkler’in elinde bulunmayan ve yokluğu şiddetle hissedilen maddeler Lâhiç’e kaçak olarak bol bol gemliye başladı. Pamuk ipliği ele geçince kumaş dokunarak askerin giyecek ihtiyacı giderildi.

Aden kuşatması böylece tam kırk ay sürdü. İngiliz kuvvetleri bir avuç Türk’ün önünde düştükleri durumun utancı içinde bunalıp kaldılar. Bu sırada Aden’de bulunan İngilizler’in siyasî memuru ve vali muavini Albay Horald D.F. Jacob, on dört yıl sonra kaleme almış olduğu eserde şöyle demektedir:

“Yemen’deki bu savaşın mânevi şekli Aden önlerinde Türkler’e karşı yenilmemiz dolayısıyla memleketteki şeref ve haysiyetimizin kaybolmasına sebebiyet vermiştir tarzında ifade olunabilir.”

Mütareke Şartları İcabı

Nihayet Birinci Dünya Savaşı, Türkler’in birlikte bulunduğu müttefik grubun yenilgisiyle neticelendi. Mütarekenin (Mondoros) imzalanmasından iki gün sonra İngilizler durumu kendilerine bildirdilerse de Türkler buna aldırış etmediler. Lâkin İstanbul’dan yeni Sadrazam Müşir Ahmed İzzet Paşa’dan gelen bir telgraf, Anavatanın selâmeti adına derhal teslim olunulmasını ve Yemen’in boşaltılmasını bildiriyordu.

Ali Said Paşa, bunun üzerine İngilizler’le müzâkerelere girişti ve sonunda onlara kendisinin ve subaylarının tabancalarını muhafaza etmek, teslim olanlara iyi davranılmak ve merasim protokoluna tâbi tutulmak şartlarını kabul ettirdi. Sonra Türk birliklerinden kalan bin sekiz yüz kişi ile savaşı terk ederek mütareke hükümlerine boyun eğdi. Buna rağmen birliklerini yenilmiş saymıyordu. Nitekim İngiliz siyasi memuruna:

“Sizinle üç seneden fazla savaştım ve hiçbir vakit yenilmedim. Ancak mütareke hükümlerine uyarak teslim oluyorum” demekten kendisini alamamıştı.

Muzaffer Bir Ordu Gibi

Türk birlikleri, başlarında Ali Said Paşa bulunduğu halde Aden’e mağlûp değil, muzaffer bir ordu imiş gibi girdi ve halkın çoşkun gösterileriyle karşılandı. Düşman tarafından bile saygı gören bu birlikler, bir süre Aden’de kaldıktan sonra Mısır’daki esir kampına gönderildiler.

Artık Türkler’in Yemen’deki dört yüz yıllık hâkimiyeti sona ermiş bulunuyordu. Burada kaldıkları sürece memleketin insanı, kalkınması ve medeniyetin Arap yarımadasının bu uzak köşesine girip yerleşmesi için ellerinden geleni yapmışlardı. Türk hâkimiyet devri, Yemenliler’e çok şey kazandırmıştır. Türkler’in ise, netice hiçbir kazancı olmadı. Yalnız bu sürenin son elli yılı içinde Yemen topraklarına yüz elli bine yakın Türk askeri gömüldü. İstanbul ve Anadolu’da hâlâ dedeleri içinde Yemen şehidi bulunmayan aile pek azdır. Güzel vatanın cennet bucakları yıllarca:

Havada bulut yok, bu ne dumandır?
Mahlede ölü yok, bu ne figandır?
Şu Yemen illeri ne de yamandır…
Ah o Yemen’dir, gülü çemendir,
Giden gelmiyor, acep nedendir?

Türküsüyle inledi ve sayısız Türk anasının, Türk kadının ve Türk kızının kalbi Yemen çöllerinde harcanıp giden oğullar, kocalar ve yavuklular için yandı durdu.

Kaynak: Hayat Tarih Mecmuası

 

Kaynak

İlgili Gönderiler

1 / 63