SultanlarTürk Sultanları

Yavuz Sultan Selim Han

O

 smanlı sultanlarının dokuzuncusu ve İslâm halîfelerinin yetmiş dördüncüsü. Sultan İkinci Bâyezîd Han’ın oğlu. 10 Ekim 1470’te Âişe Hâtun’dan Amasya’da doğdu. Küçük yaşta İstanbul’a gönderilen Şehzâde Selim, dedesi Fâtih Sultan Mehmed Han’ın terbiyesinde yetişti.

 Şehzâde Selim; Kur’ânı kerîm, tefsîr, hadîs ve fıkıh dersleri yanında yüksek fen ilimlerini de öğrendi. Diğer taraftan ata binmek, güreş tutmak, ok atmak ve kılıç kullanmak da öğretildi. Çok çevik ve zekî idi. Kısa zamanda Arabî ve Fârisî’yi en iyi şekilde öğrendi. Zamânın velîleriyle görüşür, sohbetlerini kaçırmazdı. Babası İkinci Bâyezîd padişah olduktan sonra, askerî sevk ve idâre ile devlet yöneticiliğini öğrenmesi için, şehzâde Selim’i Trabzon’a tâyin etti. 

Trabzon’da devlet işlerinin yanında ilimle uğraşır ve büyük âlim Mevlânâ Abdülhalîm hazretlerinin derslerini tâkib ederdi. Bu arada edebiyât ve târih üzerinde de çalıştı. Trabzon’u çok güzel idâre eden Selim’in bu sırada komşu devletler ile de münâsebetleri oldu. 
Uzun boylu, iri kemikli, omuzlarının arası gayet geniş olan Yavuz Sultan Selim Han’ın mütenâsib bir vücûdu vardı. Yüzü yuvarlaktı. Alnının düzgünlüğü ve nûrâniyeti, büyüklüğünü açıkça belli ederdi. Yüce bir himmet, sağlam azim, vekar, geniş tasavvur, keskin zekâ, ileri görüşlülük, çabuk kavrama, tahminde isabet, fıtrî kahramanlık, her türlü silâhı en mükemmel kullanma, harp mahareti ve büyük değişiklikler yapma kâbiliyeti, süratli manevra yapma, mukavemet, etmedeki kuvvet, güçlükleri yenme, çok az bir kuvvetle büyük bir orduyu yenme gibi bir kahramana iftihar vesilesi olacak pek çok üstün meziyetlere sahipti. Allahü teâlânın emirlerini yapma, İslâmiyet’e hizmet etme ve insanların Cehennem’den kurtulması için gayreti o derecede idi ki, çıktığı yolda her türlü arzu ve hislerine kolaylıkta galebe çalardı.

Gayesi; Müslümanları ve İslâm devletlerini bir bayrak altında toplamak idi. 

Sultan Selim Han, ilim öğrenmeye çok meraklı idi. Geceleri üç veya dört saatten fazla uyumaz, vaktini ilim öğrenmekle geçirirdi. Bu hâl müsait zamanlarda da devam ederdi. Binlerce cild kitap okudu. Okumaya o kadar meraklı idi ki, savaşa gidiş ve dönüşlerinde bile yanında kitap bulundurur, müsait zamanlarda okurdu. Mısır seferi dönüşünde, İstanbul’a gelinceye kadar İbni Tagriberdî’nin “Nücûmüzzâhire” isimli eserini, Ahmed ibni Kemâl Paşa ile mütâlaa etmiştir.

Kemâl Paşa, Osmanlı târihi eserini onun emri ile yazmıştır. Her fırsatta kitap okumanın yanında şiir de yazardı. “Osmanlı sultanları arasında; tefsîr, hadîs, fıkıh, târih, edebiyat gibi zâhirî ilimlerde ve bâtın ilimlerinde en yüksek olanı Yavuz Sultan Selim’dir” diyen âlimler pek çoktur. İyi bir tahsil görmüş olan Sultan Selim Han’ın Arabî ve Fârisî şiirleri vardır. Kendi el yazısı ile olan Farsça manzûmeler Topkapı Sarayı arşivlerindedir. Farsça dîvânı Almanya’da yayınlanmıştır. Türkçe tercümeleri de vardır. 

Yavuz Sultan Selim, ihtişam ve debdebeye hiç bir zaman ehemmiyet vermezdi. Dâimâ sadeliği sever ve sâde giyinirdi. Bir defasında oğlu Şehzâde Süleymân huzûruna çok süslü bir elbise ile girdiği zaman; “Süleymân annen ne giysin” diyerek sitem etmişti. Mısır seferinde iken kendi askerinin demir, Memlûklülerin ise zînet ile süslü olduğunu görünce de hayret etmişti. Kendisi için, fazla para sarfiyle köşk ve lüks şeyler yapılmasını istemezdi. Devletin bir kuruşunun dahi boşa harcanmasına rızâ göstermez, buna riâyet etmeyenleri şiddetle cezâlandırırdı. Hazînenin devamlı dolu olmasına dikkat ederdi. 

Devlet işlerinde kat’î bir programla hareket eden Yavuz Sultan Selim, herhangi bir devlet işini kesin olarak ortaya koymadan önce, muhtelif yollarla onun hakkında vezirlerin ve diğer ilgililerin fikirlerinden istifâde ederdi. Uzun süre düşündükten sonra son karârını verir ve ondan dönmezdi, irâde ve azim kudreti, derin görüşü ve yüksek dehasıyla babasının devrinde durgunlaşan idâreyi kısa zamanda hareketli bir hâle getirdi. Muntazam bir casus teşkilâtı vardı. Bu teşkilât vasıtasıyla ülke içi ve dışında geçen hâdiseler hakkında mâlûmat alırdı, önemli işlerde bizzat kendisi araştırma yapardı. Bütün hiddet ve şiddetine rağmen kadirşinas bir zât olup, fikrini açık söyleyenin mütâlaasını kendi fikirlerine ters olsa bile dinler ve uygun görürse onu yapardı. 

Mısır dönüşü yolculuk sırasında bir ara İbn-i Kemâl hazretlerinin atının ayağından sıçrayan çamurlar, Yavuz Sultan Selim Han’ın kaftanını kirletmişti. Padişahın kaftanına çamur sıçrayınca, İbn-i Kemâl mahcûb olup, atını geriye çekerek ne yapacağını şaşırdı. Ancak Yavuz Sultan Selim Han ona dönerek;

“Üzülmeyiniz, âlimlerin atının ayağından sıçrayan çamur, bizim için süstür, şereftir. Vasiyet ediyorum, bu çamurlu kaftanım, ben vefât ettikten sonra kabrimin üzerine örtülsün” dedi.

Bu vasiyet, vefâtından sonra yerine getirildi. Bu hâdiseyi hatırlatan o kaftan, şimdi de Yavuz Sultan Selim Han’ın kabri üzerinde, bir câmekân içinde, târihî bir hâtıra olarak durmaktadır.

Âlimler gibi devlet adamlarının da kadrini bilirdi. Ridâniye muharebesinde şehîd olanlar arasında Sinân Paşa’yı görünce; “Mısır feth oldu ama, Sinân gitti” diye üzüldü. Dünyânın iki cihangire kifâyet edecek kadar geniş olmadığını söyleyen Sultan Selim’in, ömrünün dünyâ fethine vefâ etmiyeceği endişesini taşıdığı rivâyet edilmektedir. 

Sultan Selim Han, bütün işlerini Allahü teâlânın rızâsı için yapardı. O’nun rızâsı olmayan bir işe kat’iyyen karar verip yapmazdı. Dünyalık olan mala, mülke ve rütbeye hiç değer vermez, en büyük seâdetin, “Bir evliyaya talebe olup, hizmet etmek” olduğunu bildirirdi. Bir defasında;
                                                       “Padişah-ı âlem olmak 
                                                        bir kuru kavga imiş,
                                                        Bir velîye bende olmak 
                                                        cümleden a’lâ imiş”  buyurdu.
Cenâbı Hakk’ın ismini bütün cihâna yayma dâvasında bulunan Sultan Selim, kendisini Rodos seferine teşvik edenlere; “Biz bütün Efrencin (Avrupa) fethine hazırlanmakta iken siz himmetimi küçük bir adanın fethine hasretmek istiyorsunuz” cevâbını vermiştir. 

Yavuz Sultan Selim Han vefât ettiği zaman 50 yaşında idi. 8 senelik saltanat içinde yaptığı işler baş döndürücü oldu. Osmanlı Devfeti’nin topraklarını 2,5 mislinden fazla genişletti. Yaptığı büyük fütuhatı Osmanlı Devleti 4 asır muhafaza etti. Babasından devraldığı 2. 373.000 km2 ülke topraklarını; 1. 702.000 km2’si Avrupa’da, 1. 905.000 km2’si Asya’da, 2. 250.000 km2’si Afrika’da olmak üzere 6. 557.000 km2’ye çıkardı.

Yavuz Selim Han, Avrupa’daki vaziyeti olduğu gibi muhafaza ederken, asıl tehlikenin doğudan geleceğini tahmin ettiğinden saltanatı müddetince bütün gücünü o tarafa sarfetti. Böylece kendisinden sonra oğlunun Avrupa’da ve Akdeniz’de daha emniyetli faaliyette bulunmasını sağladı. Şehzâdeliği ve sultanlığı zamanlarında at üstünden inmeyen Yavuz Sultan Selim Han, ömrünün çok az bir kısmını İstanbul’daki sarayında geçirmiştir.

Yavuz Sultan Selim Han, hasta yatağında iken, yanında Hasan Can bulunuyordu. Son anlarını yaşadığı bir sırada Hasan Can’a; “Hasan Can, bu ne hâldir?” diye sorunca, o da; “Sultanım, Allahü teâlâ ile olacak zamandır” dedi. Bu cevap üzerine Yavuz Sultan Selim; “Ey Hasan Can! Bizi bunca zamandan beri kimin ile bilirdin? Cenâb-ı Hakk’a teveccühümüzde kusur mu gördün?” diye sordu.

Hasan Can da; “Hâşâ ki, bir zaman Allahü teâlânın adını anmayı unuttuğunuzu görmüş olam. Lâkin bu zaman başka zamanlara benzemediği için, ihtiyaten söylemeye cesaret eyledim” dedi.

Hasan Can’a Yâsîn-i şerîf okumasını emretti. Kendisi de okudu ve Selamen min… âyetinde vefât etti (22 Eylül 1520).

Manisa vâlisi bulunan tek oğlu Şehzâde Süleymân gelinceye kadar vefâtı gizli tutuldu. Cenâzesi İstanbul’a getirilerek, inşâatını başlattığı Sultan Selim Câmii yanına defn edildi. Yerine geçen oğlu Süleymân Han tarafından câmi tamamlanıp, kabri üzerine türbe yapıldı.

Kaynak

İlgili Gönderiler

1 / 42