“Ruhsal, parasal, soyut, boyut, yaşam, eğilim…
Ya bunlar Türkçe değil, ya da ben Türk değilim! “
Necip Fazıl Kısakürek
Türk Dil Kurumu’nda Yarım Asır
gop Martayan (Dilaçar) İstanbul Büyükdere’de doğar (1895). İlk ve orta öğrenimini Gedikpaşa’da, Amerikalı misyonerlerin açtığı bir okulda tamamlar.
1915’de Robert Koleji bitirir. Lisanlara karşı meyli vardır, Ermenice ve Türkçenin yanı sıra İngilizce, Yunanca, İspanyolca, Latince, Almanca, Rusça ve Bulgarcadan da anlar.
1. Cihan Harbinde Mülazim-i Evvel (yedek zabit) olarak askere alınır. Kafkas cephesine yollanırsa da komutanları o hassas coğrafyada vazife yapmasını mahzurlu bulurlar. Suriye’ye kaydırılır. Burada M. Kemal ile tanışır ve önü açılır.
1932’de Türkiye’ye getirilir, ölünceye kadar TDK’da “baş uzman” olarak vazife yapar.
Uydur Uydur, İpe Diz…
7 Mart 1933: TDTC Genel Merkez Kurulu toplanır. Arapça ve Farsça’dan gelen kelimelere savaş açılır, yerlerine yeni “tilcikler” konması için karar alınır.
Kakınç, aldatı, yontu, söylev, gömüt, imge, nesnel, avunç, bağıt, kaydırgaç, erek, varsıl, Açgı, basçık, alnaç, alışkı, içerik, ansıma, çavlan, ardıl,
Efendim “Onurlandırdınız.”
Ne yani gururlandırdınız mı demek istiyor, şereflendirdiniz mi? Yoksa müftehir mi oldu?
İzzetli, haysiyetli, namuslu, vakarlı, erdemli, hatırlı, itibarlı, muazzez, muhterem, saygıdeğer, seciyeli…
Onur, bunların hangisi? Yeni kuşaklar “hepsi” diyecekler, eskiler “hiçbiri!” Bakıyorsunuz Osmanlıda Rüşdiye ve İdadi mezunları bile (orta lise) sular seller gibi Fransızca konuşuyorlar.
Peki biz niye kıvıramıyoruz? Lisanımız kısırlaşmış da ondan… Bin kelimeyle iktifa edersen olacağı bu, zihni melekelerimiz dumura uğruyor.
Herkesin ağzında bir “stres”. İyi de stresten maksadın ne güzelim? Dert mi, gam mı, kahır mı, keder mi, gussa mı, yeis mi, tasa mı, mihnet mi, elem mi, üzüntü mü, sıkıntı mı, endişe mi, kasvet mi, nedamet mi, melâl mi, enduh mu, füduret mi, hüzün mü, hüsran mı, hicrân mı, ızdırap mı, inkisar mı, kâbus mu, hafakan mı, teessüf mü, teessür mü, vehim mi, buhran mı, matem mi, gaile mi? Söyle hangisi?
Kısrak, beygir, aygır, tay, gölük, kadana, küheylan, safkan, ester, güre, kulun, midilli, rahvan… Bunların hepsi ayrı şeyler ama “at” deyip geçiyoruz alayına… Araplar aslana esed deyip geçemiyorlar ama… Adam n’apsın? Lûgatında 20 ayrı aslan olunca…
Bu Lisanla mı?
Siyasilerimiz konuşuyor: Biizz Çin Seddinden Adriyatik kıyılarınaaa… Ata yurda ne ile gideceksiniz sahi? Oturgaçlı götürgeçle mi? İnanın insan özeniyor. İranlı ilk mektep talebeleri iki bin yıllık metinleri şakır şakır okuyor, biz (ki yaşımız elli) Rahmetli Menderes’in Yassıada müdafaalarını çözemiyoruz daha.
Türkçe artık Babür Şahın, Gazneli Mahmud’un, Hüseyin Baykara’nın ve Ali Şir Nevai’nin yaşadığı coğrafyada bile kullanılmıyor. Haberiniz olsun ağalar, Acemin dili patlamış gidiyor. Asya’da İran yükseliyor.
Evet Kabil’de, Gazne’de, Mezar-ı şerif’te, Kunduz’da Herat’ta oğuz boyundan kardeşlerimiz var ama ne yazık ki bizi anlayamıyorlar.
İrfan Özfatura