ilcilerimizin sağlam delilli yazılarını okuyorum. Dil bilgisinin tertemiz ışığında “olanak”ların, “düşün”lerin ve yersiz kullanılan bütün “tüm”lerin sahtelikleri pul pul dökülüyor. Ama gene de ertesi gün başka gazetelerde, radyoda ve televizyonda, hiçbir şey olmamış gibi bunların kullanılışını insan görüyor da, cehâlete mi, cür’ete mi, inatçılığa mı vereceğini bilemiyor.
Bir yazar, yanlış cümle kurarken yakalanırsa, meslekî utanç dolayısıyla kıpkırmızı kesilir; hem dil, hem gramer yanlışlıkları tek tek gösterildikten sonra bunlarda ısrar etmek yazarlık haysiyetine de, okumuşluğa da yakışmaz. Hele yaşlı başlı yüksek mevki sahibi, bazan da milliyetçilik iddialı kimselerin televizyon ekranlarından hâlâ “neden”ler, “örneğin”ler ve “kapsam”larla dolu demeçlerini duymak, insanı onlar adına rahatsız ediyor.
Bu gibilerin “dil suçu” işlemelerine mâni olmak için, belki de işin yanlışlığı kadar, “çirkinliğine”, “müstehcenliğine” ve “gülünçlüğüne” sık sık işaret etmek doğru olur.
Sözünü ettiğim yazıda, “olanak” kelimesinin tedâî (çağrışım) yoluyla, şuur altında “avanak” ve “bunak” kelimeleriyle bağlantı kurması… Güzel bir misal olarak verilmiştir. Biz de vaktiyle “Deve” mizah albümlerini yayınlarken, “olanağı” pek cömertçe kullanan bir politikacımızı örnek tutarak bir “Avanak olanak” tipi çıkarmıştık. “Olası”yı uyduranlara dönüp, ağız dolusu coşkunlukla “kahrolası”, “geberesi”, “dili kuruyası” dersek, belki de Türk dilinin kendine has üslûbunu nihayet anlatabilmiş oluruz. Müstehcen çağrışımı dolayısiyle ayıp gelen “yaşam” sözü de, hepimizi isyana sevkeden “özveri” de, bu talihsiz icatlardandır.
Sinirime dokunduğu için (Niçin dokunuyor? Çünkü şuur altında ters çağrışımlar yapıyor) zaman zaman alay ettiğim bazı arıca “sözcük”ler var. “Uygar” dendi miydi kafamda hep “aygır” görüntüsü belirir. Bir de “koşul”u eklemezler mi? Artık aygırları arabaya koşulmuş gibi görürüm.
Uydurukçuların kelimeleri nedense hep “hayvan” çağrışımlı “doca” “boca” gibi çıkıyor ağızdan. “Eşgüdüm”lü bültenleri dinlediğim günlerde önceleri “Eşekleri gördün” diyorlar zanneder, bir tuhaf olurdum.
Bir yazarın veya ressamın “yapıt”ı dediler mi, göz nûru dökülmüş “eser” gibi hissedemiyorum. Şuur altımın kulağı hep “çapıt” kelimesini hatırlıyor. Bu “-nıt, -pıt “ larda (yanıt, yapıt) nasıl bir yücelik eseri bulursunuz.
Uydurukçular arasında herhalde gerçek şair ve gerçek yazar bulunmuyor. Bulunsaydı, bu çirkin sesli, ayıp tedâî, çirkin şeyler hatırlatan kelimeleri, kafasını kesseniz kabullenemezdi. “Saptama” yı bıçak saplamış, “kapsamayı” kapuska tadına bulamış, “içerik”i de erik kompostosu yapmış gibi hisseder, irkilir, “kendine dönerdi”.
Prof. Dr. Reha Oğuz Türkkan