Türkçemiz bozuluyor, dil bilgisi kaidelerine uymayan kelimeler, tıpkı ayrık otları gibi arsızca yayılıyor ve cümlelerimizin içine giriveriyor. Bu yapma Türkçe, bizim ana dilimiz değil; nitekim televizyon marifetiyle öğrendiğimiz birçok kelimeyi hatalı kullanıyoruz:
Meselâ, salı akşamı yayınlanan filmde aktör, “bunu yapmaya zorunluyum” diyor. Halbuki zorunlu, mecburi manâsına gelir. “Bunu yapmaya mecburum, zorundayım” denilmeliydi. Sun’i kelimeler, ana dilden uzaklaştıran adımlar, lisanımızı işte böyle bir büyük kargaşa içine sokuyor. (Kaldı ki zor Farsça zûr’dan gelmektedir.)
Reklamlardan bir örnek: “Nivea cildinizi dış etkenlerden korur”. Doğrusu, “dış etkilerden” veya “dış tesirlerden korur” olmalı.
Bir meslekdaşımız “Güney Amerika’da uygulanan rejimleri, Türkiye’de sivil iktidarın tek başına yaratması olanak mıdır?” diye yazmış.
“Olanak mıdır?” Yani imkân mıdır? Hiçbir Türk, “imkân mıdır” yazmaz, ama ana dili olmadığı için, “olanak mıdır” şeklinde bir ifadeyi kolayca benimseyebilir.
“Ayrıcalığı”, ayrı veya fark yerine, “saygınlığı” saygı yerine, “güvenceyi” güven ve emniyet yerine kullananların sayısı bir hayli kabarıktır.
“Olası” yi muhtemel manasında uzun süre kullananlar, şimdi “olasılı” kelimesine de aynı mânâyı veriyorlar. Olası muhtemel ise, olasılı, muhtemelli mümkünlü mü demektir?
“İzlemek” kelimesine takip etmenin dışında, seyretmek, bakmak, görmek, dinlemek gibi anlamlar veriliyor. Geçenlerde spikerin biri, bir fotoğraf göstererek, yarışmacılara “bu resmi dikkatle izleyiniz” demez mi!.. Hareket etmeyen bir şey izlenebilir mi?
Dört kelimenin yerine bir kelime koymak suretiyle Türkçe fakirleştiriliyor. Gene televizyonda seyrettiğimiz bir filmde,”bize bu oteli önerdiler” cümlesine rastlamıştık. Tavsiye etmek de, teklif etmek de, önermek kelimesi ile karşılanacak.
Bu mu dil devrimi!
“İptilâ” yerine de, merak yerine de tutku geçecek:
“Balık avlamak çocukların baş tutkularından biriydi.”
“Onu, eroin tutkusundan vazgeçirmek mümkün olmadı.”
Yukarıdaki cümlelerde, merak ile iptilâ arasındaki fark ortadan kalkmıştır.
“Öneri”, teklif olursa, “aramızda teklif yok” veya “teklifsiz bir insan” gibi deyimler ne olacak?
“Önlem”, tedbir olursa, “tedbirsiz” bir şahsa, “önlemsiz” mi diyeceğiz.
“Anlam” mânâ yerine geçerse manidar ve manevi kullanılmayacak mı?
“Us” akıl yerine geçerse, her uslu, akıllı mı olacak?
“Yürek”, kalbin yerini alınca, her kalpsizi “katı yürekliyi” yüreksiz “cesaretsiz” mi farz edeceğiz?
Millet, milliyetçi, milliyetçilik, milli, milliyet gibi mânâ bakımından zengin, heyecan uyandıran kelimelerin yerine ulus, ulusçu, ulusalcılık, ulusal, ulusallık gibi şahsiyetsiz, köksüz kelimeler konuluyor.
Ulusa ve ulusallığa karşı çıkmanın temelinde, millete ve milliyetçiliğe sahip olma düşüncesi, tarihimizden manevi zenginliklerimizden kopmama gayreti yatmaktadır.
Mazisi olmayan köksüz bir milletin ilerlemesi ve yükselmesi de güçtür. Medeniyet, muhafaza edilen değerler üzerine kurulmuştur. İngiliz Muhafazakâr Parti Lideri Churchill’in çok veciz bir ifadeyle belirttiği gibi: “Geriye doğru bakmasını bilmeyenler ileriyi de göremezler”
Türk, dilinin bekçisi olmalı, her yerde yaşayan Türkçeyi müdafaa etmeli, anadilini bozanlara karşı mektup ve telefonlarla amansız bir mücadele sürdürmeli.
Dilde ırkçılık yerine dilde halkçılığı benimsersek, yaşayan Türkçe çizgisinde mutlaka buluşuruz.
Nazlı Ilıcak