er milletin edebiyatı, insanlarını, kendi tarih, töre, karakter ve şahsiyetine göre yetiştirip olgunlaştıran kaynaktır. Çünkü milletlerin edebî eserleri, millî mizaçların, yaşanmış ve kabul edilmiş değerlerin, inanç, duygu, düşünce ve kudsiyetlerin aynasıdır.
Bu yüzdendir ki millet olarak devam etmek isteyen; yakın ve uzak gelecekte sağlam kalmak emeli taşıyan ilim ve sanatsever ülkelerde edebiyat ve manevî bilimler, vazgeçilmez “disiplinler”dir. İleri memleketlerin gençlerine mecburî olarak ve hattâ taassupla okutulmaktadır. Bir Fransızın V. Hugo, Andre Gide veya Molliere gibi edebî şahsiyetlerini, bir Alman’ın Goethe veya Schiller’i; bir İngiliz’in Shakespeare veya Bayron‘u son satırlarına kadar, bilip anlamaması söz konusu olamaz. Edebiyatlarını bilmeyenler, (seçkinlik şöyle dursun) Fransız, İngiliz, Alman bile sayılmazlar.
Ama o milletlerin sarsılmaz birlikleri; hattâ vatan millet sevgileri ve birbirleriyle iyi geçinmeleri dahi, kendi şair ve yazarlarını mutlaka iyi okumalarından ileri gelmektedir.
Her Türk öğrencinin liseyi bitirinceye kadar, en az 10 adet Türkçe şaheseri, inceleyerek okumaları da, millî birliğimizi sağlamakta, dostluk ve barışın oluşunda milyonlarca nutuk ve öğütten daha kıymetlidir. Bir Oğuz Han‘a, bir Dede Korkut‘a bir Fuzûli‘ye, Ahmet Yesevi’ye, Yunus Emre, Ömer Seyfeddin veya Arif Nihat Asya’ya imrenmesini bilen gençlerden, ordularımız sayısınca Alperen kazanırız. Fransız’ın gönlünde Jeanne Darc’lar gibi Türk’ün gönlünde Battal Gazi‘ler de edebiyat sayesinde yaşarlar.
Aksine “Türk edebiyatı”nın liselerde bu ölçüde hafiflik ve lâubalilikle, böyle geleceksiz ve ufuksuzca harcanması ise: Bölücülük kininin; birbirimizle anlaşmazlıkların, hamlık ve kabalıkların; anlayışsız ve anlatışsız olmanın, ruhları âdileştiren başlıca sebepleridir.
İlk paragrafta belirttiğim gibi, 1990’larda resmen başlatılan, edebiyatın lüzumuna inanmamak, onu seçimlik ders yapmaya kadar gitmek cahilliği… Ve 1995’lerdeki bu anlamsız ders sınırlaması ile edebiyatı “müzelik etmeğe” yönelen bu kafalar Türkiye’de yapılan üçüncü kültür ihtilâli kazanını kaldırmış bulunuyorlar.
Herhalde; Çin kültürünü, Konfiçyüs’ten tutarak mahvetmeğe kalkan yarı-insan Mao Çe Tung, bizdeki kültür düşmanlarının öz atasıdır. Eğitimde, bugüne kadar uygulanan kültür zulmü, vicdan baskısı, millete yabancılaştırma cinnetleri yetmezmiş gibi bir de gençlerimizi, Alperen ruhu veren edebiyatlarından mahrum etmek, herhalde bazılarını rahatsız eden tarihî, fizikî, sosyal bazı komplekslerin sonucu olsa gerektir.
Milletinin edebiyatına, folkloruna, sanat ve zenaatlerine, destanlarına eğilmeyen, hattâ onların okunmaması, görülmemesi, beğenilmemesi, yenilenmemesi için çırpınan militanlar o milletin ruhuna âşinâ olabilirler mi? Bu yüce estetik mirasın millet çocukları arasında paylaşılmasını önlemek için her yasağa, her karalamaya başvuran kişide, Alperen ruhumuzdan zerre dahi bulunabilir mi?
Neden “Üçüncü Kültür İhtilâli” dediniz? diye sorulabilir: Şundan ki: Bugüne kadar “Harf devrimi” lâfı altında, başka hiçbir ülkede görülmeyen (bizden başka yalnız Ruslar tarafından yine Türklere uygulanan) bir “kültür ihtilâli” yapılmıştır. Bununla, 1300 yıllık yazılı ifade aracımız olan alfabe değiştirilmiştir.
O devirlerde, liderler aldatılarak, istemedikleri halde onlara yaptırtılan bu darbe ile yüzbinlerce kitap bir daha okunmamak üzere raflara kaldırılmıştır. Bu yüzden içimize kültürsüzlük kompleksi çökmüştür. Dünya bizi bilgisiz, tarihsiz, geleneksiz, inançsız bir topluluk gibi görerek küçümsemeye başlamıştır. Biz dahi kendimizi bütün milletlerden aşağı görerek; daha önce küçümsediğimiz Batı toplumlarına körkütük hayran olmuşuzdur. Çünkü yazısız, felsefesiz, tarihsiz ve edebiyatsız bir millet, kişilik sahibi olamaz.
İkinci kültür ihtilâli ise, bin yıl boyunca Türkistan, Anadolu ve Balkanlar’da, yüksek edebiyat dili oluşturan Türkçemizin planlı şekilde yıkılarak, 21. yüzyıl başında kabile dili haline getirilmiş olmasıdır. Ziya Gökalp-Ömer Seyfeddin ve Ali Canip beylerin asrın başında Genç Kalemler ile yaydıkları, geniş ufuklu bir sadeleşme hareketi Tasfiyecilik ve dil ihanetine değiştirildi.
Dilimizi mahveden bu “ihtilâl” ile artık hiçbir fikir, edebiyat ve ilim eserinin dikiş tutmayacağı bir yoksulluk ve kargaşalık içine düşürüldük.
İlmin uzağındaki birtakım partizanlar kendi çıkarları için tabu haline getirdikleri “resmi ideoloji”ye yaranmak ve onu büsbütün saptırarak nüfuz sağlamak için dil bozgunculuğunu yürüttüler. Bin yıldan beri halkımızca benimsenmiş “hayal” gibi “sebep” gibi hâkim gibi kelimelere karşı yürüttükleri bu ırkçı arıt macılıktan sonra, zenginlik ve karakterini yitiren Türkçemiz, şimdi de İngilizcenin, çıkarcılarına peşkeş çekiliyor.
Özellikle bütün Türk dünyasında kullanılan İslâmî kaynaktan gelen sözlerimizi yasaklayarak veya unutturarak, korkunç, dil, üslûp ifade ve kültür kargaşalığına meydan açıyorlar.
Kültürümüzü mahveden bu üç ihtilâl konularında yeterince ciddi ve objektif yayın yapılamadığı malûmdur. Özellikle, milli kültüre vurulan bu darbelerin, bizden başka dünyanın hiçbir yerinde olmadığına dikkat çekilmelidir.
Böylece “Üçüncü yıkım” dediğimiz “Edebiyat düşmanlığı“nın da bizi ne gibi iflâslara götürmek istediği herkese malûm olmalıdır.
Bu edebiyat düşmanlığı dahi harf ve dil ihtilâlleri ölçüsünde “Kültür” demek olan milletimizi yok eden ağır sonuçlar doğuracaktır.
Çünkü Türk edebiyatı (başka bazı milletlerden farklı olarak) Türk kültür varlığının bütününü içine almaktadır. Roman, şiir, mesnevi, destan, hikâye, fıkra… vs. bir yana; felsefemiz, dinimiz, ahlâkımız, siyasetimiz, hattâ sosyal ilimlere ait bilgilerimiz dahi en güzel ifadelerini edebiyatımızda bulmuştur.
Edebiyatımıza vurulan son darbe ile onun yerine Amerikan sloganlarının geçirilmesi millî kültürümüzden yarına hiçbir yüceltici unsur, hiçbir eser bırakmamak kastını taşımaktadır.
Ahmet Kabaklı