MakalelerTürkistan

Türklerin Misafir-Perverliği

T

resim

ürk hükümdarlarının cihân hâkimiyeti ve dünya nizâmı mefkûreleri ve velilik sıfatları onları milleti ve tebaalarını korumak, beslemek ve umumî ziyafetler vermek vazifesi ile mükellef kılıyordu. İşte Türk misâfir-perverliği de menşeini bu tarihî-dinî an’anadan ve asâlet duygularından almaktadır. Nitekim Kâşgarlı Mahmud “Konuk Gelince kut (uğur) gelir” der. Bugünkü halkın da “Misafir rızkı ile gelir” atasözü bu inancı güzel bir belirtisidir. Kâşgarlı’nın naklettiği şu eski şiir de kayde şâyandır: “Kendin güzel elbiseler giy; başkalarına tatlı aş ver; konuğunu ağırla. Bu sâyede Millet arasında şöhretin artsın.” 
Bununla beraber eski misafir-perverliğin zayıfladığına dair şikâyetler de daha o zaman başlar. Gerçekten Kâşgarlı’nın: “Konuk gördüğünde bunu kut (uğur) sayanlar gitti; şimdi bir karartı görünce çadırını yıkan kimseler kaldı” ata-sözünü nakletmesi kayda değer. Dede-korkut kitabı misafir-perverlikten bahsederken “Er malına kıymayınca adı çıkmaz”  ve “Konuğu gelmiyen kara evler yıkılsa gerek” cümleleri ile Kâşgarlı Mahmud’un ifadelerini tekrarlamış olur. 
Misafir-perverlikte kadınların vazifelerini belirtirken de erkek olmadığı zamanda dahi misafirin ağırlanması lüzumunu anlatır. Bu eski inanç ve an’aneler miafir-perverliğin nasıl dinî ve millî bir müessese halini aldığını, hâkan ve beylerden millete yayıldığını gösterir. 
XI. asırda devlet idaresinin fikriyâtını yapan Yusuf Has Hacip çağdaşı ve hemşerisi Kaşgalı Mahmud gibi “Beyler cömert olursa adları dünyaya yayılır; dünya da bu şöhretleri sâyesinde korunur” derken devrinin millî töre ve hislerine tercüman olur. O bu münasebetle de hükümdara hazineyi açmasını ve mal dağıtmasını tavsiye eder.  
Şamanî Oğuzlara gidin İbn Fadlân onların Müslüman tacirlere karşı misafir-severliği ve dürüstlüğü hakkında dikkate şâyan bilgiler verir. Bir Müslüman bir Türk’e konuk olacağını söyleyince o da kendisine “Türk çadırı” kurar; koyun keser. 
Misafir zengin veya bir devlet adamı olursa emrine bineceği atları tahsis eder. Ailesi ve akrabalarını da oraya dâvet ederek misafirini ağırlar. Misafir tâcir ev-sahibinden istediği kadar at, deve ve para ödünç alır. Türk misafir-perverliği ve hayır işleri millî ve İslâmî unsurların imtizacı ile öyle kuvvetlenmiştir ki Müslüman ve Hıristiyan müellifler ve hususta hayranlıklarını belirtmekte müttefiktirler. 
Gerçekten İslâmın yüksek idealleri ile de canlanan bu hayır duyguları Türkistan ve Türkiye’nin devlet adamları ve zenginleri tarafından vakfedilen imâret, zâviye, ribât, kervansaray ve hastahane gibi sayısız vakıf müesseseleri ve âbidelerle dolmasına sebep olmuştur. Nitekim X. asırda İslâm coğrafyacıları başka ülkelerde zenginler servetlerini kendi zevk ve eğlencelerine harcarken Türkistan’da zenginlerin mallarını din, hayır ve cihâd yolunda fedâ ettiklerini, Türkler kadar dindar ve hayır-sever bir millet bulunmadığını söylerler. 
XIII. asır Türkiye hakkında da aynı hükümler verilmiştir. Nitekim bunlar arasında Selçuklu ve Osmanlılara ait muhteşem kervansaraylarda, yüksek medenî seviyeleri yanında, yolculara zengin-fakir, hür-köle, Müslüman-kâfir farkı gözetilmeden müsavi muamele yapılıyor; tâcir, yolcu ve devlet adamlarının kendilerine ve hayvanlarına meccanen bakılıyor; hastaların tedâvisi ve daha başka birçok ihtiyaçları da görülüyordu. 
Hattâ bu hayır müesseselerinde yolcuların kültür ihtiyaçları için kütüphâne kurulduğuna dair kayıtlara da rastlanmıştır. Kervansaraylar bugün de ihtişamları ile bizleri hayrân bırakan büyük medeniyet ve san’at âbideleridir. Böylece kaynakların belirttiği üzere her sınıf yolcu ve misafir mamur Türk ülkelerinde, hiç para sarfetmeden, aylarca seyahat edebiliyor ve yaşıyordu. Bu münasebetle meselâ el-Omari Türkiye’nin “Selçuklular zamanında cennet gibi” olduğunu söylerken bu hükümü tafsil eden 
zengin malûmat da verir. 
İbn Batûta da Anadolu Türkleri ve “Ahi”lerin misafirseverliği ve cömertliği hakkında çok güzel tasvirler yapar ve Türkiyenin bir “Şefkat diyârı” olarak tanındığını yazar. Esasen Kâşgarlı’nın anlattığına göre Türkçe “akı” kelimesi de cömert mânasında kullanılıyordu. Bu sebeple Fransız âlimi J. Deny “Ahi”lerin (misafir-perverliği gibi) ismini de bu eski Türk an’anesine bağlamaktadır.
Devlet Politikası
İşte Türk Hâkan ve sultanları milletin babası olduğu için halkı beslemek vazifeleri, cihânın sâhibi ve efendisi oldukları için de yabancı milletlere şefkat ve adâlet muameleleri bu eski anlayış ve inanmışlardın doğmuş; İslâmın din ve hayır duyguları ile de birleşerek birçok müesseselerin meydana gelmesine, Türk cemiyetinin vakıf sâyesinde teşkilatlanarak ilim, maarif, sıhhat, nafia ve sair hayır ve ictimaî yardım işlerinin ifasına ve tarihî Türk misafir-perverliğinin millî bir karakter olarak belirmesine sebep olmuştur. 
Bu vasıfla cihân hâkimiyeti şuuru ile destan ve an’anelerinde hasislik daima nefret mevzuu ve kusur olarak belirtilmiştir. Türk devletinin tarih boyunca mukaddes sayılması, Osmanlı mefkûresinin “Din ve devlet, mülk (vatan) ve millet” gibi dört esasa dayanması ve Türk hâkimiyetinin dünyaya yayılması sebepleri arasında hükümdarların babalık sıfat ve vazifeleri de mühim bir rol oynamıştır.

Prof. Dr. Osman Turan

Kaynak

İlgili Gönderiler

1 / 242