MakalelerMedeniyetimiz

Türklerin Elinde Gelişen İslâm Medeniyeti

İ

slâmiyet’in yayıldığı sıralarda insanlık tam bir mânevî zulüm içersindeydi. Tahrif edilmiş semavî gerçeklere inanan ve köhne Bizans kalıntısı bir medeniyete mirasçı olan Avrupa, cehaletin en koyusu içinde bocalıyordu.

İslâm dünyasında ise, ilmi her şeyden üstün tutan bir dünya ve ahiret görüşü, gerçek âlimlerin yetişmesine, ilmin ilerlemesine imkân veriyordu.

Bir taraftan hadîs, fıkıh, tefsir, mantık gibi “mânevî” diyebileceğimiz ilimler alabildiklerine gelişirken, diğer taraftan da; kimya, astronomi, cebir, trigonometri, ziraat gibi, bugünkü teknik medeniyetin dayandığı temellerin ilk taşları ve harcı atılıyor, Doğu’dan Batı’ya İslâm kültür ve medeniyeti yayılıyordu.

Bu kültür ve medeniyet sadece, bilinenleri derleyip, toparlayıp aktarmıyor. Bilinmeyene doğru keşif ve seferler de yapıyordu. Halbuki, zaman zaman ve hâkim bir görüş olarak İslâmiyet’in bilgi sahasındaki bütün ilerlemelere, hattâ okuyup yazmaya mâni teşkil ettiği defalarca ifade edilmiştir.

Bütün bu iddiaların, hiçbir ilmî mesnedi yoktur. Zira, Türk-İslâm kültür ve medeniyeti tarihinin derinliklerine nüfuz ederek, muhtelif devirlerdeki seyrini yakinen tetkik edersek, İslâmiyet’in, bilginin üstünlüğü hakkında veciz esaslar koyduğunu ve her zaman ilerlemeyi teşvik ettiğini görürüz. İslâmiyet, yüzyıllar boyu bu özelliğini muhafaza etmiş, ilim, felsefe, fikir ve sanat adamları yetiştirmiştir.

İslâmiyet, bir taraftan Batı âlemiyle temasa geçerken, öte yandan da, Doğu’da Türklük’le münasebet kurmuştu. Bu temas daha ziyade bir kaynaşma şeklinde vuku buldu. Türkler “en iyi ve en son dini” hemen benimsediler ve ileriki yüzyıllarda bu dinin en kudretli savunucusu oldular.

İslâmiyet, Türk cemiyetine her konuda ve her müessesesinde tesir etmiştir. İslâmiyet, Türk cemiyetinin millî varlığını, milliyetini, örf ve âdetlerini yüzyılların yıkıcı tesirlerinden koruyarak selâmete çıkarmıştır.

Türkler’in de İslâm dinine ve dolayısiyle onun kültür ve medeniyetine hizmetleri pek büyük olmuştur. Müsteşrik ve Türkiyatçı Léon Cahun, bir eserinde, “Eğer Türkler’in himmeti olmasaydı, İslâm medeniyeti o kadar yükselmez ve o derece geniş iklimlere yayılmazdı,” demiştir.

Türkler, İslâm dünyasına inmesi mukadder olan ağır darbelere mukavemet edebilecek ve hattâ İslâm dinini evvelce yayılmadığı yerlere götürecek kadar kuvvetli yeni bir siyasi ve içtimaî nizâm kurmuşlardır. Batı’dan Haçlılar’ın, Doğu’dan Moğollar’dan gelen çifte tehlikeyi karşılayıp defeden ve Arap ülkelerini iki defa istilâdan kurtaran Türk orduları olmuştur. Türk orduları İslâm topraklarını müdafaa ve mamur etmişlerdir. Hıristiyan Batı dünyasında “Müslüman” ve  “Türk” tabirleri bir tutulur olmuştur.

Türklük’le bu derecesine, sökülmemecesine kaynaşan İslâmiyet; kitaba, okumaya ve ilme çok büyük değer veren bir dünya görüşüne sahipti. Bu dinin kendi peygamberine ulaştırdığı ilk emri “Oku!.” Olmuştu. Ayrıca bu dinin peygamberinin ilim ve Müslümanlar’ı öğrenmeye teşvik eden söz ve emirleri; Türk-İslâm kültür ve medeniyetinde, ilmî ufkun genişlemesine ve netice olarak da, dinî kitapların yanı sıra edebî ve ilmî kitapların çoğalmasına, kütüphanelerin, ilim müesseselerinin ve ocaklarının kurulmasına sebep olmuştur.

Sadece İslâm dünyasının değil, Batı’nın da ilk büyük tabibi olarak gördüğümüz Râzî, büyük ekseriyeti Türk olan İran’ın Rey şehrindendir. Avrupa’da “Rhazes” ismiyle tanınan Râzî, çiçek ve kızamık hastalıklarını ilk tetkik edendir. Dünyanın çevresini en doğru şekilde ve bugünkü ölçülere göre ölçenler, Şâkiroğulları adında üç Türk kardeşti. Aynı tecrübeyi yapan ve Avrupalılar’ın “Elfaraginius” adıyle tanıdıkları Harzemli Türk, Memûn’un kütüphaneler müdürüydü.

Zamanının en yüksek astronomi ve matematik âlimi bu Türk’tü. El-Harezmî, ortaçağda matematik alanındaki fikir ve faaliyetlere en çok tesir etmiş olan şahsiyettir. Dünyaca meşhur astronomi üstadı Uluğ Bey, Semerkant’lı bir Türk’tü. Yine astronomi ilminin kurucularından olan El-Birûni de, bir Türk âlimiydi.

İslâm dünyasından matematik ilminin gelişmesinde büyük rol oynayanlardan, ilminden dolayı Ebül Fazl unvanı verilen ve Avrupa ilmine de tesir etmiş olan İbn-üt Türk, adı üstünde Türk’tü. Trigonometriyi bugünkü kalıbına sokan da Horasan Türkleri’nden Ebü’l-Vefa’dır. Beş yüz yıl önce mikrop teorisini ortaya atan Türk, tanınmış tabib ve mutasavvıf Akşemseddin’dir.

Müslüman âlimlerin, çeşitli ırk ve milletlere mensup olmalarına mukabil, ortak dil Arapça olduğundan, istisnasız bütün eserler Arabca yazılmıştır. İslâmiyeti benimseyen, yücelten ve savunan Türklük, onun tebşir olunduğu lisan olan Arabça’yı da ilmî dil olarak kabullenmişti. İşte bu yüzden Türk dünyasına karşı besledikleri her kötü emelde ağır tokat yiyen Batılılar’ın, Türkler’in değerini azaltmak için bu eserleri, Araplar’a maletmelerine yol açtı.

Prof. Dr. İsmet Binark

Kaynak

İlgili Gönderiler

1 / 242