B
ir devleti büyük ve âlemşümûl kılan unsurlardan biri de nüfustur. 1520’de Kânûni Sultan Süleyman tahta geçtiği zaman, ülkemizin yüzölçümü on üç milyon kilometre kare idi. Bu arazide yaşayan nüfus, müslim-gayr-i müslim kırk milyondu. Takriben dört yüz yıl sonra bu nüfus ancak altmış milyon olabilmiştir.
Hakikaten Birinci Cihan Harbi’ne tekaddüm eden günlerde devletin yüzölçümü yine onüç milyon kilometre kareydi. Kânuni’den sonra yirmidört milyon kilometre kareye çıkmış, sonra azalarak tekrar aynı miktara inmiş bulunuyordu. Demek ki, Kânuni devrinden beri, dört yüz yılda bu kırk milyonluk nüfus, yüzde ellilik bir artışla, ancak altmış milyon olabilmiştir.
Halbuki Yunan Harbi’nden sonra elimizde kalan yediyüz seksen bin kilometre karelik bir vatan parçasında ancak on milyonluk bir nüfus yaşamaktaydı. Hem de üst üste devam eden harplerde yıpranmış, ekseriyeti kadın, çocuk ve ihtiyarlardan mürekkepti. Bu gün bu nüfus yetmiş milyondur.
Demek ki; yüzde yediyüz nisbetinde bir artış göstermiştir. Hem de dört yüz senede değil, seksen senede!… Buna bir de şu gerçekleri ekleyerek düşünmek gerekir. Kânûnî devrinde hayat daha ucuzdu. Birden fazla kadınla evlenme nisbeti daha fazla idi. Nüfusun artışını önlemek üzere doğum kontrolü gibi bir ihanet de mechuldü. Şu sebepler muvâcehesinde Türkiye’nin seksen yıldır arz ettiği nüfus dinamizmini, aklen ve mantıken izah mümkün değildir.
Bu durum şuna benzer, köpekler senede iki sefer doğum yaparlar, her seferinde sekiz, on tane doğururlar. Koyunlar ise, senede bir kere doğururlar. Nâdiren iki sefer doğururlar. Ömür itibariyle de ancak köpekler kadar, yani on, onbeş sene yaşarlar. Koyunlar akşam sabah kesilip, yendiği halde köpekler böyle bir katliâma da maruz değillerdir. Buna rağmen dağlar koyun sürüleriyle doludur. Hani köpek sürüsü!..
Bunda bir kader sırrı mevcuddur. Tıpkı nüfusumuzun dört yüz sene boyunca ancak yüzde elli artmasına mukâbil 1920’den günümüze kadar yüzde yediyüz artmış olması gibi…
Kadir Mısıroğlu