er dil, onu konuşan toplumun dünyasına açılan bir kapıdır. Bir toplumun dilini öğrenen insan, o dili öğrendiği nisbette onun dünyasına girer. Bu giriş, kişinin yabancı dili öğrenme niyetine ve öğrenme ortamına göre bir mahiyet arz eder.
Kişi, yabancı dili körü körüne öğrenirse, öğrendiği dil, onu kendi toplumundan uzaklaştırarak, yabancı topluma yaklaştırır. İnsan yabancı toplumun kültürünü benimsediği ölçüde o toplumun ferdi olur ve ona hizmet eder.
Bu gerçeği çok iyi bilen sömürgeci Batılı devletler, kalkınmakta olan ülkelerde Batı kültürünü yaymak için kendi okullarını açarlar. Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde açılan Batılı okullar, bu ülkelerin insanlarına çok cazip gelir.
Bu okullardan mezun olacak gençlerin kendi ülkelerini kalkındırmaları beklenir. Hâlbuki Batılılar’ın hedefi, bu ülkeleri kalkındırmak değil, kendi kültürlerini, okulları vasıtası ile aşılamaktır.
Bu sebepten, Batılılar’ın okullarında öğretmen olarak görevlendirilenler, esas itibariyle, rahipler ve rahibeler, yani misyonerlerdir. Bu misyonerler, öğrencilere Batı kültürünü aşılamakla görevli olduklarının bilinciyle hareket ederler.
Sosyal derslerin konuları o şekilde işlenir ki, kalkınmakta olan ülkelerin çocukları, Batılı ülkelerin sadece dilini öğrenmekle kalmayıp; örf ve âdetlerini, zevklerini, alışkanlıklarını ve müziğini de benimserler.
Bunları tamamen benimsedikten sonra Batılılar gibi düşünmeye, onlar gibi hissetmeye başlarlar. Artık kendi toplumları gibi düşünemez ve hissedemez olurlar. Kendi millî örf ve âdetleri, duygu ve düşünceleri, zevkleri ve alışkanlıkları kendilerine yabancı, Batı’nınkiler ise âşinâ gelir. Meselâ, bu ülkelerde medyanın etkisi ile birçok insan batı müziğinden son derece zevk alırken, kendi millî müziklerinden çok az ya da hiç etkilenmezler. Batılılar için bu, çok sevindiricidir.
Batılılar, kalkınmakta olan ülkelerde misyonerleri vasıtasıyla Batılı okullarda eğitim gören söz konusu ülkelerin çocuklarına kendi kültürlerini aşılarken, eğitim psikolojisinden ve medyadan son derece istifade ederler.
Batılı okullarda eğitilen öğrencilere Batı kültürünü benimsetme derecesini, o ülkelere uyguladıkları kültür emperyalizminin başarı seviyesi olarak değerlendirirler. Her ders yılı sonunda yaptıkları değerlendirmelerde bu seviyeyi kontrol ederler. Eğer bekledikleri başarı seviyesine ulaşmamışlar ise, bunu yurtdışı gezileri, Batılı ülkelerde dil kursları, tatil, kamp ve burs imkânları gibi tedbirlerle yükseltmeye çalışırlar. Üstün başarı gösterenlere vatandaşlık hakkı tanımayı da ihmâl etmezler!
Şimdi akla şu soru gelmektedir. Yabancı okullarda okuyan çocuklarımızın akıbetini bilmemiz gerekmez mi? Eğer biz, millet olarak, geleceğimizi her bakımdan güven altına almak istiyorsak, bu bir zarurettir. Batılılar’ın kültür emperyalizmi gerçeğim göz önüne almış olsaydık, yabancı okullarda eğitim görmek üzere çocuklarımızı misyonerlere teslim etmezdik.
Vaktiyle, Tevfik Fikret, oğlu Haluk’u İstanbul’daki bir Amerikan kolejine vermişti. Kolej eğitiminden sonra Amerika’da mühendislik eğitimi ve ihtisası gören Haluk Türkiye’ye mühendis olarak döneceği yerde, önce Hıristiyanlığa sonra da Amerikan vatandaşlığına geçmiş ve Amerika’da papaz olarak kalmıştır. Bu da Haluk’a misyonerler tarafından Batı kültürünün kuvvetle aşılanarak, onun koyu bir Hıristiyan gibi eğitildiğini göstermektedir.
Yabancı dil iki tarafı keskin kılıç gibidir. Eğer öğrendiğimiz yabancı dili, bilim ve teknolojinin ülkemize getirilmesinde ve etkili bir dış politika yürütülmesinde başarı ile kullanabiliyorsak bize; aksi takdirde karşı tarafa hizmet eder. Yabancı dilin tabiatı budur.
Muhtaç oldukları bilim ve teknolojiye sahip olabilmek için kalkınmakta olan ülkelerin aydınları, kalkınan ülkelerin dillerini öğrenmek mecburiyetindedir. Fakat, yabancı dil eğitimi, bilim ve teknolojinin kazanılmasına hizmet etmeli, kültür emperyalizminin vasıtası olmamalıdır.
Bizim, Tanzimat’la beraber yaptığımız hata, Batı’dan sadece bilim ve teknoloji almak yerine, Batı kültürünü benimsemek olmuştur. Tanzimat’tan beri Türkiye’de sık sık görülen huzursuzluğun, kaynaşmaların, anarşi ve terörün temelinde bu yatmaktadır.
Yabancı dil, yabancı dünyaya açılan kapıdır. Esas olan, bu kapıdan geçerek dünyaya açılırken, millî kültürümüze sahip çıkarak, vatanımıza ve milletimize en faydalı hizmeti verebilmektir.
Prof. Dr. İsmet Miroğlu