ta yurdumuz büyük Türkistan, bir zamanlar ilim, irfan ve medeniyet
merkezi idi. Dünyanın en büyük âlimleri burada yetişti, en kıymetli
kitaplar burada yazıldı.
Türkistan’da ecdâdımız ilimde olduğu
gibi mimaride de dünya şaheserleri meydana getirdi. Orta Asya’nın sert
iklim şartlarına, zelzelelere, harplere ve Sovyetlerin kasdî yıkımlarına
rağmen, halen pek çok muhteşem Türk mimarî eseri camiler, medreseler,
türbeler, ayaktadır. Her biri güzellikleri, ihtişamları ve zerâfetleri
ile görenleri şaşırtmaktadır.
Komünist rejimin dağılmasından
sonra Türkistan’da ilk defa Türk mimarî eserlerini araştıran, Yrd. Doç.
Dr. Gözde Ramazanoğlu olmuştur. Orta Asya’nın zor iklim ve
tabiat şartlarında Gözde Ramazanoğlu çok büyük bir azim ve gayret
göstererek, pek çok zorluklara katlanarak, tarihî Türk mimarî eserlerini
büyük bir dikkat ve titizlikle incelemiştir.
Yüksek Mimar Gözde Ramazanoğlu, araştırmaları sonunda hazırladığı ve Kültür Bakanlığı’nca neşredilen “Orta Asya’da Türk Mimarîsi” isimli eserinde özetle şunları ifade ediyor:
“Eserleri gördükçe hayretler içinde kaldık. Mimarlık Fakültesi’nde,
Sanat Tarihi’nde görmediğimiz, öğrenmediğimiz tablolarla karşılaştık.
Sanat Tarihi, Mimarlık Tarihi, Türk Sanatı Tarihi’nde de görmemiştik.
Ama buralar kapalı bir kutu idi, rejim (komünist) müsaade etmezdi.
Onlar da Bizimdi, Onlar da Bizdendi…
Orta Asya’da gördüğümüz eserler genel olarak çok süslü, çok gösterişli
idi. Bildiğimiz binalardan o kadar farklılar ki şaşkınlığa uğradığımızı
itiraf etmeliyiz. Şaheserler gördük, ama kıskanmadık. Çünkü bunları
yapanlar da Türk’tü… Bizlerdendi…
Orta
Asya’daki medreseler baştanbaşa çini ile bezenmiş. Bu ilme verilen
kıymetin göstergesidir. Bir Uluğ Bey çıkıyor (bizler her nedense Uluğ
Bey’i bilmeyiz de Kopernik’i biliriz). Uluğ Bey yılın 365 gün 6 saat 10
dakika 8 saniyede döndüğünü hesap ediyor. Bugün, 365 gün 6 saat 9 dakika
9.6 saniye olarak hesaplanıyor.
Orta Asya’daki tetkiklerimde
beni en çok üzen şey, Uluğ Bey gibi bir bilginin okullarımızda
okutulmadığı oldu. İlim adamını tanımamız için mutlaka âlimin Avrupalı
olması gerekiyor hissine kapıldım… Avrupa’da ilk rasathane 1674 yılında
kurulmuştur. Uluğ Bey Rasathanesi’nin yapımı ise 1429…”
Registan Meydanı’nda Dünya Mimarî Şaheserleri
Semerkant’ın Registan Meydanında üç muhteşem medrese var. Bunlar; Uluğ Bey, Şir Dor ve Tillia-Kari
medreseleridir. Bunların her biri gerçekten dünya şaheseridir.
Görenleri, güzelliği ve ihtişamı ile adeta büyülemektedir. Gözde
Ramazanoğlu bu üç medrese hakkında da şunları yazıyor:
Burası bir “Kültür Sitesi”,“Üniversite Kampüsü”, “İlim Merkezi” olarak tarif edilebilir. Ancak biz “İlim Sitesi” tabirini uygun bulduk. Registan Meydanını “Kadîm-î Semerkant’ın Yüreği” olarak tanımlıyorlar.
Meydana adım attığımız anda binaların her birinden yayılan “Ben daha güzelim”
diyen dalgaları algılamaya başlıyoruz. Önce bu dalgaların çarpması,
sonra detayları kaçırmama çabasının yorgunluğu ile bitap düşüyoruz.
Meydanı terk ederken ayaklarımızın sürükleniyor olması, bu kaprisli
güzellerin bizi tekrar çekmesini engelleyemiyor…
Dünyanın En Güzel Meydanı
Araştırmacı yazar Ersin Gürdoğan da “Zamanı Aşan Şehirler” isimli kitabında diyor ki:
Olaf Caroe, “Venedik’te San Marko meydanı hariç, Avrupa’daki hiçbir meydan onunla boy ölçüşemez” diyor.
Kim ne derse desin, neresinden bakılırsa bakılsın, güzellikte dünyada
hiçbir meydan Registan Meydanı ile yarışamaz. Saatlerce bakılsa yine de
güzelliğine doyulmaz. Ben kendi payıma bir tabloyu seyreder gibi uzun
bir süre bakmaktan kendimi alamadım.
Muhteşem Semerkant
Şair ve yazar Yavuz Bülent Bakiler “Türkistan Türkistan” adlı kitabında Semerkant’ın ihtişamını şöyle dile getiriyor:
Semerkant Türk’ün ruh güzelliği!
Bin türlü güzellik, bin türlü esrar.
Semerkant, sular, serin rüzgârlar, unutulmaz hâtıralar beldesi.
Semerkant,
akıllara durgunluk veren câmilerin, ölümü bile bin defa güzelleştiren
çok zarif türbelerin, çinili medreselerin ve her biri bir ayrı masal
dünyasından çıkıp gelmiş gibi sevimli Türk evlerinin boy verdiği
muhteşem bir şehir…
Bizim mimarimizin vazgeçilmez
güzelliklerinden biri olan yeşil ve serin bahçeleri, Semerkant’ta
huzurla seyrettim. Şimdi kendi kendime düşünüyorum:
Büyüklüğü, güzelliği zenginliği, inceliği, mükemmelliği… ifade eden “muhteşem”
kelimesi olmasaydı, Semerkant şehrinden bahsederken acaba hangi sıfatı
kullanırdık diyorum. Anlatmak ne kadar zor? Semerkant’ın ihtişamı
karşısında kelimeler ne kadar renksiz, ne kadar boynu bükük, ne kadar
cansız kalıyor?
Kaynaklar : Gözde Ramazanoğlu- Orta Asya’da Türk Mimarîsî
Ersin Gürdoğan – Zamanı Aşan Şehirler
Yavuz Bülent Bâkiler- Türkistan Türkistan