Türk Dili

Türkistan Dilleri Üzerinde Rusça’nınTesiri

 

Her dilin, konuşulduğu toplumun kültürünü yansıttığı; bazı özelliklerin de ona bağlı olduğu ve kültür değişmesiyle bu hususların da değişeceği” söylenir. Orta Asya’da konuşulan dillere ne olduğunun araştırılması, diğer kültür değişmeleri hakkında da bir fikir verebilir. 

1917 ihtilâlinden önce, bütün Orta Asyalılar Arap harflerini kullanıyordu. Arap alfabesinde sesli harflerin yetersiz, buna karşılık Türkçede sesli harflerin çok önemli olmasına rağmen, bu alfabenin lehçe farklarını gizlemek gibi bir faydası vardı? Böylece, münevverler bütün Türkçe konuşanları, zorluk çekmeden anlayabiliyordu. 

Bu özellik sayesinde, sadece Orta Asya’daki Türklerin anlaşmaları kolaylaşmakla kalmıyor, Rusya’nın diğer bölgelerindeki Türkler, Kazan ve Kırım Tatarları ve Türkiye Türkleriyle de rahatça haberleşiliyordu.

Türkiye,ondokuzuncu yüzyılda Avrupa düşüncelerinin, İslam dünyasına girdiği bir kapı durumundaydı.  Türkçe, Farsça ve Arapça için aynı alfabelerin kullanılması, bu diller arasında kelime ve terim değişimine de sebep oluyordu. Sonra, bu durum birden fazla lisan öğrenilmesine de zemin hazırlıyordu. Bütün Türkistanlılar, Arapça eğitim görür, okumuş Özbekler Farsça okur ve İran şiirlerinden zevk alırdı. 

 
Okumuş Tacikler arasında Türkçe anlayanlar o kadar fazlaydı ki, 1917 ihtilalinden sonra, birçoğu, ayrı Tacik edebiyatına ihtiyaç olup olmadığını sordu. Arap harfleri, bütün Orta Asyalıların ortaklaşa kullandığı bir yazı sistemi olması yanında, İslam dünyasıyla dini ve kültürel bağlarının da sembolüydü. 

Ondokuzuncu yüzyılda, Kiril alfabesini getirmek için girişilen birkaç deneme, tam başarısızlıkla neticelenmişti. 1917 ihtilalinden sonra, Sovyet liderlerinin ilk teşebbüsü, Arap alfabesini geliştirerek, mahalli lehçelere uygulamak oldu. 

1923’te, Özbekler için geliştirilen bir Arap alfabesi kabul edildi. Aynı yıllarda, Kazakistan ve Kırgızistan’da da aynı şey yapılıyordu. Ancak kısa zaman sonra, Orta Asya’da kuvvete dayanarak baskı kurmayı göze almış olan Sovyet hükümeti, halkın eski alfabeyi kullanmaya devam etmesinin, onları Ruslardan derhal ayırdığını ve komşu İslam ülkeleriyle ortak yan teşkil ettiğini farketti. Tehlike barizdi. 1925’te, Arap alfabesiyle basılı kitap ve mecmuaların ithali yasaklandı. 

1924 yılında, Sovyet Azerbaycan’ında Latin alfabesi getirilmişti. 1926’da Bakü’de toplanan Türkoloji kongresinde, Sovyetler Birliği sınırları içinde yaşayan bütün Türkler için Latin alfabesinin geliştirilmesi gerektiği ileri sürüldü. Ertesi yıl, Türk fonetiğine uydurulmak için birkaç sembol eklenmiş Birleşik Türk Latin Alfabesi getirildi.

1928’de (Türkmenistan’da 1929 – 1930’da) Türkistan dillerinin yazılmasında kullanılacağı resmen kabul edilen Latin alfabesi, Orta Asyalı Türkler arasında büyük direnme görmedi. Arap harfleri gibi, yeni Latin alfabesi de bütün Türkler için ortak yazıydı. Hem, Türkçeye Arap alfabesinden daha iyi uyuyordu ve bütün Türkistanlı münevverler, Türkiye’de de bu yönde bir eğilim bulunduğunu biliyorlardı. Nitekim 1928’in Kasımında, Kemal Atatürk’ün liderliğinde, Türkiye’de de Latin alfabesi kabul edildi.

Tacik münevverleri ise yeni alfabeden daha hoşnutsuzdu, zira bu standart Farsça ile Tacik dili arasındaki farkları belirginleştiriyordu. Latin alfabesinin kabulü, Sovyetler Birliğinde cehalete karşı açılan savaşla aynı yıla rastlar. 

1930’a kadar, Orta Asya’da konuşulan bütün diller için Latin alfabesi konulmuş ve okullarda okutulan kitaplar, gazete, dergi ve diğer kitaplar bu alfabeyle yayınlanmağa başlanmıştır. Yeni okumayı öğrenen binlerce çocuk ve büyük sadece Latin alfabesini tanımıştı. Arap harflerini tanımayan bu kişiler, Türkistan’ın klasikleşmiş edebiyat geleneğinden tamamen koparılmıştı. Kuran ve tefsirleri gibi, Fars edebiyatı, Sa’di, Firdevsi ve Hafızın şiirleri; Semerkant ve Buhara’da, bilimin zirvede olduğu günlerde neşredilen eserler, artık tamamen kapalıydı ve hiçbir şey söyleyemiyordu. Yani Sovyet okullarında okuma yazma öğrenenler için edebiyat tahtası tamamen silinmiş ve yeni şeyler yazılmak üzere hazırlanmıştı. 
Ancak, Türkiye’nin de benzer alfabe kabulü, Sovyet liderlerinin yeni korkulara kapılmasına sebep oldu. Türkler arasında ortak edebiyat, bu kere Latin alfabesiyle gelişebilir ve Türkistanlılar Ruslardan uzaklaşarak Türkiye’ye yaklaşabilirdi. Bu muhtemel tehlike, Sovyet politikacı ve dilcilerinin dikkatini Türkistan’ın edebi diline çevirdi. Netice itibariyle alfabe sadece, dilleri kayıt için kullanılan işaretlerdi. Orta Asya’ya getirilen Latin alfabesi, fonetik ihtiyaçlara göre yapılmıştı ve çeşitli lehçeler arasındaki farkları barizleştirmek için kullanılabilirdi. Nitekim bu husustaTacik lehçesiyle Farsça arasındaki farkı belirginleştirmek için daha önce kullanılmıştı. 

Özbeklerin, kökü onyedinci yüzyıla dayanan ve Çarlık devrinde de gelişmesini sürdüren bir edebiyatları vardı. 1917 ihtilalinden sonra, Sovyet münevverleri bu noktadan hareket ederek Özbek lehçesinden, ayrı bir Özbek dili meydana getirmeye çalıştı. Özbek münevverleri, alışmış bulundukları Arap alfabesinin kalmasını tercih ederlerdi, fakat alfabe ne olursa olsun Özbeklere hizmet edebilecek, bütün lehçelerin gramer ve lügatlarının birleştirilmesinden meydana gelen tek bir edebiyat yapabileceklerini umuyorlardı. 

Buna ilaveten, köylerde konuşulan ve Türkçenin ses uyumu kaidesini kaybetmemiş dile önem veriyor, Farsça tesiriyle özelliğini kaybetmiş Taşkent ve diğer şehirlerde konuşulan dili geri plâna itiyorlardı. Politik değişme ve endüstrileşme sonucu dile giren, Avrupa asıllı kelimeler yerine, Arap veya Fars asıllı kelimeler alıyor yahut yeni Türkçe kelimeler türetiliyordu. Gayeleri anlaşma vasıtası olan dili geliştirmekti. 

Kazaklar da Çarlık devrinde başlatılan gelişmeyi hızlandırmak için gayret gösteriyor, geleneksel edebiyat şekli olan şiirin yanında, roman gibi yeni edebi şekillerinin de çoğalmasına çalışılıyordu. Türkmen münevverlerinin, edebi gelenekleri sınırlıydı ve yeni Sovyet edebiyatının, daha eskilerden mi geliştirilmesi, yoksa Anadolu Türklerinin edebiyatının mı benimsenmesi üzerinde tartışılıyordu. Tacik münevverleri ise sınırın ötesindeki Fars kardeşleriyle paylaştıkları edebiyatlarından çok memnundu. 

Sovyet direktifleriyle hareket eden Rus dilciler, Türkistanlı münevverlerin hedeflerini hiç dikkate almadı.İlkin, Fars tesirinde, ses uyumu kaidesini tamamen kaybetmiş bulunan Taşkent lehçesi, yeni edebiyatın gramer ve lügatini teşkil etmek üzere seçildi. Diğer taraftan, telaffuz için güne Kazakistan taraflarında konuşulan ve henüz ses uyumunu kaybetmemiş bir ağız ele alındı. Bu lehçe Kazaklar, Karakalpaklar ve Türkmenler tarafından okunup anlaşılıyordu ve Orta Asyalılar arasında yeni ortak dil haline gelmeye adaydı. 

1937’de, Özbek edebiyat dili yine değiştirilerek telaffuz olarak da Taşkent, Semerkant, Buhara ve diğer büyük şehirlerde konuşulan ses uyumunu kaybetmiş lehçe benimsendi. Diğer Türkistan cumhuriyetlerinde de Sovyetlerin genel meyli, büyük yerleşme veya idare merkezlerinin ağzını, yazı dili haline getirmekti. Bu politikanın başarısı tarihte sabitti. Dünyanın birçok yerinde ülke dili, yönetim merkezinden yayılmıştı. Meselâ Fransızca, Fransız krallarının hüküm sürdüğü bölgenin dilinin benimsenmesiyle, yüzyıllar boyunca ortaya çıkmıştı. Sovyet hükümeti, aynı neticeye, metodlarından faydalanarak bir nesil içinde ulaşmak istiyordu. 

1930’larda, Orta Asya’da yerleştirilmesi kararlaştırılan lehçelerle okul kitapları, gazete ve diğer kitaplar basılmıştı, ancak bunlar bölgede konuşulan ağızlardan çok farklıydı. 

Türkistan’da Latin alfabesinin kullanılması, Rusça’nın daha zorlukla öğrenilmesine sebep oluyordu. 1930’ların sonlarında, Rusça okuyup yazmasını bilen ve ekonomik ve politik mevki kazanmak için bunun gerekliliğini idrak etmiş bir nesil yetişmişti. Üstelik 1932 – 1938 katliamlarıyla, bir kere alfabe değiştirmiş ve ikinci bir değişikliğe karşı daha büyük direnme gösterecek Türkistanlı münevverlerin çoğu yok edilmişti. Bu katliamların hatırası, kalanlarda da direnme cesareti bırakmamıştı. 

1939 – 1940 yıllarında, Sovyet hükümeti Latin alfabesini kaldırarak yerine Kiril alfabesine dayalı bir sistem getirdi. Böylelikle talebelerin iki ayrı alfabe öğrenmek zahmetinden kurtulacağı öne sürüldü. Bu değişiklik, Kiril alfabesinde bulunmayan Türkçe sesler için farklı semboller kullanılmasını da imkan dâhiline soktu. Birleşik Türk Latin Alfabesinde, bütün Türk lehçelerinde bulunan sesler aynı işaretle yazılırken, Kiril alfabesinde aynı ses değişik cumhuriyetlerde, değişik harflerle gösterilmeye başlandı. Karakalpak ağzını, Kazak ağzından farklılaştırmak için bu politikanın uygulanması sonucu öyle telaffuz uygunsuzlukları ortaya çıktı ki, 1954’te Karakalpak imlasında yeni reformlar yapılması gerekti.
 
 

İlgili Gönderiler

1 / 79