Türk Dili

TÜRKÇEYE SÛİKAST

T
    ürkçe’miz, târih boyunca çok bâdireler atlatmıştır. Kendi içinden çıkan yanlış uygulamalarla ve  bilhassa, yine içindeki unsurların teşviki ve yanıltması neticesinde, değişik zamanlarda, değişik dillerin tesiriyle ‘dışardan gelen saldırılara’  muhatap olmuş; bozulmalar, tahribatlar  yaşamıştır. 
      Muhakkaktır ki, büyük ve ihtişamlı diller, bütün bu hücûmlara rağmen, ayakta kalmasını bilirler. Şüphesiz ki, Türkçe de, bu dillerin önde gelenlerinden biridir.
      ”Türkçeye Sûikast”; aslında, Türkçe’nin korunması ve gelişmesine/geliştirilmesine bir çâre arama kitabıdır.
     Eseri hazırlayan, kadîm dostum, kendini Türk kültürüne hasretmiş, fedâkâr insan Numan Aydoğan Ünal’dır. 
        Numan Aydoğan Ünal, “ktb Yayınları” arasında neşredilen 552 sayfalık “”Türkçeye Sûikast” adlı kitabına yazdığı TADİM’de şöyle demektedir:
       “Türkçe, dünyada en çok konuşulan 3. dildir. 12 milyon kilometrekarede, yaklaşık 300 milyon insan Türkçe konuşmaktadır. Birçok yabancı Türkolog ve filolog, ana dilimiz Türkçe’nin mükemmelliği karşısında hayranlıklarını ifade etmektedirler.
      Meselâ, A. Toynbee; Orta Asya’dan gelen göçebe Türklerin sayı üstünlükleri olmamasına rağmen iki asır gibi kısa bir sürede Anadolu’yu Türkleştirmesinin, zorla ve kılıç kuvvetiyle olmadığını belirterek: “Bu, Türk dilinin fevkalâde gücü ile meydana gelmiştir.” demektedir.
      20. asrın başına kadar Türk Dünyasında alfabe ve dil birliği vardı. Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar Türkçe yazarak, konuşarak gidilebiliyordu. İstanbul’da çıkan bir gazete ve dergi, Bakü, Kırım, Kazan, Taşkent, Kaşgar ve Kerkük gibi Türk yurtlarında okunup anlaşılabiliyordu.
      Türk milletinin tarihte maruz kaldığı en büyük facialardan biri de geçen asrın ilk çeyreğinde başlayan ve günümüzde de devam etmekte olan “öztürkçe” denilen “uydurma” dil furyasıdır.” (Sf. 5)
       Yazar Ünal; haklı olarak çırpınmaktadır. Ancak; şunu da unutmamak gerekir ki, günümüzde, “uydurma kelimelere” karşı olduğunu söyleyen çok sayıda siyâsetçi ve ilim adamı da, ne yazık ki, bu kelimeleri kullanarak Türkçe’nin korunması ve geliştirilmesi hususunda vazifelerini ihmâl etmişler ve etmektedirlerdir.
     Zaman içersinde, Arapça ve Farsça’yı Türkçe’ye tercih edenlerin yanında, bilhassa Tanzimat’la başlayan kültür bozulması, F(ı)ransızca ve son dönemlerde de İngilizce hayranlığıyla, Türkçe’ye büyük sekte vurmuştur.
        Yazarın sözünü ettiği “asrın ilk çeyreğinde başlayan ve günümüzde de etmekte olan “öztürkçe” denilen uydurma dil furyası”nın baş müsebbibinin ‘okul kitaplarında’ başladığını tekraren söylemek zorundayım. Defalarca yazmama ve izah etmeme rağmen, son senelerde okul kitaplarında okutulan kitaplardaki Türkçe’nin (!), maalesef, 1940’lardakinden, 1978-79’larınkinden hiçbir farkı yoktur/olmamıştır.
       Bu konuda, Türk Yurdu Dergisi’nin Türkçe’ye Saygı Özel Sayısı’nda yayınlanan ‘Türkçe’nin Geleceği’ başlıklı makaleme şöyle başlamış ve dil mes’elemizin geldiği noktayı  bu cümlelerle îzah etmiştim:
     “Türk Dili’nin, gizli veyâ alenî dört çeşit düşmanı vardır:
1) Aslı Arapça, Farsça, Yunanca veyâ İtalyanca olan ve asırlardan beri zevkle konuşulan ve yazılan; ve, bütün Türk Dünyâsı’nda kullanılan, pek çok “Türkçeleşmiş” kelimeden, bilhassa Arapça ve Farsça asıllılara surat asıp, onları Türkçe listesinden çıkarmak isteyen gaafiller.
2) F(ı)ransızca ve İngilizce’yi âdetâ anadilleriymiş gibi kabullenip, onlardan hiçbir rahatsızlık duymadan seslerini çıkarmayan mandacılar.
3) Türkçe’nin temel kaidelerini ve kullanılmakta olan târihî birikimli ‘kültür Türkçesi’ni hiçe sayarak, türetme yoluyla değil; uydurmak suretiyle kelime îcadına ve katliâmına kalkışan uydurukça işkencecileri.
4) Kendileri mes’ul oldukları hâlde, kendilerini, Türk Dili’nin korunması ve geliştirilmesiyle vazîfeli görmeyen ilim, san’at ve siyâset adamı safındaki nemelâzımcılar, bananeciler, vurdumduymazlar.

     Türkçe, bugüne kadar ne çekmişse bunlardan çekmiştir.”
     (Bknz. Türkçe’nin Geleceği, M. Halistin Kukul, Türk Yurdu Dergisi Türkçe’ye Saygı Özel Sayısı, Şubat-Mart 2001, Sf. 267-268)
         Numan Aydoğan Ünal’ın hazırladığı “Türkçeye Sûikast” adlı kitap, bu cephelerden çok önem arzetmektedir ki, Türkiye’nin sahasında eli kalem tutan ilim ve fikir adamlarının Türkçe’nin korunması ve geliştirilmesi hususundaki görüşleri bir güldeste hâlinde sunulmuştur.
       “Türkçeye Sûikast”le; üçyüze yakın ilim ve fikir adamının kaleme aldığı üçyüz ellinin üzerindeki makaleyle, zengin muhtevâlı, dopdolu bir eserle karşı karşıya bulunmaktayız. Bunda, hiç şüphesizdir ki, Numan Aydoğan Ünal’ın Türk diline ve Türk kültürüne olan sevgi, hürmet, muhabbet ve hassasiyetinin de büyük bir payı vardır.
      Türkçe mes’elesi büyük mes’eledir. Türkçe dâvâsı, en büyük dâvâmızdır. Binlerce seneden gelmiş ve binlerce seneye ulaşacak/ulaşması gereken büyük bir ülküdür..
      Orhun Kitâbeleri’yle başlayan; Ahmet Yesevî, Kâşgarlı Mahmut, Yûnus Emre, Gülşehri,  Karamanoğlu Mehmet Bey, Ali Şîr Nevâî Türkçecilik hareketi,  1911’de Selânik’te yayınlanan Genç Kalemler dergisiyle yeni bir atılım başlatmıştır.
       Türkçe, şayet, Ali Canip Yöntem ve Ömer Seyfettinler’in Genç Kalemler’le başlattığı  bu “Yeni Lisan Hareketi”nin devamını sağlayabilmiş olsaydı, bugünki çıkmazı yaşamazdı. 
        Tabiî ki, Yeni Lisan Hareketi’nin öncesinde, Ahsen Batur’un “1200 Yıllık Sürgün-Türk Sözünün Hazîn Serüveni” adlı kitabında  ifade ettiği gibi, 23 Aralık 1876’da, Kanun-i Esâsi adlı ilk yazılı anayasaya İkinci Abdülhamid Han, Türkçe’nin resmî dil olmasını bizzat yazdırmıştı. 
      Yâni; yazılı olarak  Orhun Kitâbeleri’nden,  Ahmet Yesevîler’den Kâşgarlı Mahmutlar’dan, Yûsuf Has Hacib, Yûnus Emreler’den, Gülşehriler’den, Karamanoğlu Mehmet Beğlerden, Ali Şîr Nevâîler’den akıp gelen bu Türkçe, yol aldığımız her durakta bir sekteye uğratılmasına rağmen, dâima yol açıcı unsurlarla da beslenmiştir. 
     Cumhuriyet dönemiyle birlikte, önce 1932 yılında Atatürk tarafından Türk Dilini Tetkik Cemiyeti  kuruldu. Başlangıçta; bu Cemiyet, Atatürk’ün emriyle, Türk Dili’nde kullanılan bütün kelimelere karşı mücâdele başlattı. 
    Ancak, bu, uzun sürmedi. Zîra; bu, bir ‘”tasviye hareketi” Türkçeleşmiş kelimelere de sirâyet ederek büyük çapta bozulmaya sebep oldu.  1934’ten sonra, Atatürk, bu görüşünden vazgeçti. 
     Bu hususta; Fâlih Rıfkı Atay, Çankaya adlı eserinde şöyle demektedir:
    “Bir gece, İçişleri  Bakanı Şükrü Kaya, bir nutuk verdi. Hiç kimse hiçbir şey anlamadı. Ben Atatürk’e dedim ki: “Paşam! Anadolu mezarlarında milyonlarca kişi yatıyor. Bir an için o ölüleri canlandırabilirsek, bize söyleyecekleri ilk kelime “şey” olacaktır. Paşam, Arapçadır diye yasakladığınız “şey” kelimesi o kadar Türkçeleşmiş bir kelimedir! Atatürk beni masanın yanına çektiği bir sandalyeye oturttu, “Çocuk!” dedi. “Dili bir çıkmaza saplamışızdır! Bırakırlar mı dili bu çıkmazda? Hayır bırakmazlar! Ama ben de işi başkalarına bırakmam. Türkçeyi çıkmazdan biz kurtaracağız!”
      Böylece; bizzat Atatürk tarafından 1932’de başlatılan “özTürkçecilik”, 1934 yılında, yine bizzat kendisi tarafından bir “Çıkmaz” olarak görülerek terkedilmiş oldu. 
        Bu hareketle birlikte; 1911’de Genç Kalemler’in başlattığı “Türkçeleşmiş Türkçedir” diyen anlayışa dönüldü ve Türkçe’de  tasviye hareketinden vazgeçilip “dilde sâdeleşme”ye  geçildi.
       Atatürk’ten sonra; O’nun “Türkçeleşmiş Türkçedir” ilkesinden uzaklaşılarak, vazgeçtiği “dilde tasviye”yi örnek alanlar, çok baskın bir ‘uydurmacalık/Öz Türkçecilik” faaliyeti başladı ki, bunun da önü hâlâ alınamadı/alınamamaktadır.
       7 Aralık 2000 tarihinde, dönemin MEB Metin Bostancıoğlu; okullara bir emirnâme göndererek herkes tarafından kullanılan/bilinen bu kelimeleri yasaklamıştır: “Asır, bahtiyar, cahil, devir, esir, fakir, felâket, fert, fiil, hakikat, hatıra, hatip, hayat, haysiyet, hukuk, hür, hürriyet, ıstırap, istiklâl, ilim, isim, kaabiliyet, kanun, mâna, medenî, medeniyet, memleket, mekân, meşhur, mısra, millî, milliyetçi, nesil, nutuk, örf, sun’i, şahıs, şive, tabiat, tamir, tecrübe, tenkid, teşkilât, vasıta, vatan.”
        Bu kelimeler, aynı zamanda, bütün Türk Dünyâsı’nda da kullanılan /konuşulan kelimelerdir.
        Ne yazık ki; Numan Aydoğan Ünal’ın eserinde, Türkçe’mizin korunması ve geliştirilmesi hususunda gayret gösteren bu kadar ilim ve fikir adamı bulunduğu hâlde; 1940’ların, 1978-79’ların ve 2000’lerin bu yasaklı Türkçesi , okul kitaplarımızda hâlen aynı hızla yer almaktadır.
        (NOT: Bu hususta, “M. Halistin Kukul, Okul Kitaplarındaki Türkçe, wwwkapsamhaber.com-31 Mart 2016” tarihli yazımı lütfen okuyunuz.). Bu sebepledir ki; “Türkçeyi, şöyle seviyoruz, böyle koruyacağız/geliştiriyoruz/geliştireceğiz gibi lâflar maalesef oyalayıcılık’tan öteye gitmemekte ve koruma-geliştirme lâfları havada kalmaktadır.
        Bu bakımdan; Numan Aydoğan Ünal tarafından hazırlamış olan “Türkçeye Sûikast” adlı kitap çok önem taşımaktadır. Eser; bilhassa, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğrencileri ve Türkçe’yi millî hayat kaynağımız olarak gören herkes tarafından okunmalıdır.
        “Türkçeye Sûikast; bu sahada bir başucu kitabıdır.  Bugüne kadar, Yahya Kemal Beyatlı, Mehmet Âkif Ersoy, Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil, Prof. Dr. Bahtiyar Vahabzâde, Peyami Safa, Nihat Sâmi Banarlı, Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş, Necip Fâzıl Kısakürek, Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu, Prof. Dr. Mehmet Kaplan, Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu, S. Ahmet Arvasî, Yavuz Bülent Bâkiler, Prof. Dr. Ali Karamanlıoğlu…gibi, çok sayıda ilim ve fikir adamının Türkçe hakkındaki görüşlerini ihtivâ eden bu eserin, yarının ‘Türk Dünyâsı Türkçesi’ne de ışık tutacağı ümidini taşıyorum.
        Bu hususta; S. Ahmet Arvasî,  “Nesiller ve Millî Dil” başlıklı makalesinde şöyle diyor:
       “Bir millet, bir kültür müessesesi, hayatiyetini “nesiller” ile devam ettirir. ”Nesiller” sözü, çok geniş bir kavramdır. O, bir milletin dününü, bugününü ve yarınını birlikte ifade eder. “Nesiller”, birbirinden kopuk değil, bir tesbih gibi birbirine bağlanmış yapıdadırlar.
      (…) ”Millî dil”  de öyledir. O da nesilden nesile intikal ederken hem kendini korur, hem kendini geliştirir, hem de yeniler. Bir taraftan kendi iç tekâmülü ile, bir taraftan kültür temasları ile, bir taraftan ilim ve sanat kadrolarının gayretleri ile zenginleşen ve güçlenen “millî dil”, gerçekten de bir milletin “dünü” ile “yarını” arasında tam bir mânevî köprü vazifesi yapar; “millî ve “beşerî” tecrübeleri, gelecek asırlara intikal ettirir.
           Millî dil, sadece yaşayan neslin dili değildir. O, geçmiş ve geleceği ile bir milleti kucaklar.”  (Bknz. S. Ahmet Arvasî, Size Sesleniyorum-1, Model Yayınları, İstanbul 1989, Sf. 283)
          Türkçe; çok zengin, işlek ve büyük bir dil’dir. Ona sahip çıkanların sayısı arttıkça, daha da zenginleşecek ve daha da güçlenecektir. O, hârici unsurların/yabancı kelimelerin ve içte de, türetme’nin değil, uydurukça’nın tasallutundan korunduğu takdirde kendine yol bulacaktır. 
        Numan Aydoğan Ünal, tebrike şayan, okunması ve okutulması gerekli çok değerli bir esere imza atmıştır.  Okunmalı, okutulmalı!..      

İlgili Gönderiler

1 / 79