Türk Dili

Türkçe’nin Asıl Meselesi

 

Türk dili, şu anda dünyada, yeryüzünde mevcut yazı dilleri içinde, en eski beş dilden biridir. Bunlar: Çince, Hindce, Farsça, Arapça ve Türkçe’dir. Bugün medenî diller, büyük diller olarak kabul ettiğimiz ve bütün dünyaya hükmetmek durumunda olan İngilizce, Fransızca Almanca daha yok iken, ondan yedi asır evvel, Türkçe yazı dili idi.

 

Türkçe’nin ikinci hususiyeti, şu anda yeryüzünde en çok konuşulan beş dilden biridir. Bu dillerin birincisi Çinçe’dir, dokuz yüz milyon insan konuşuyor, ikicisi Hindçe’dir dörtyüz elli milyon insan konuşuyor, üçüncüsü İngilizce’dir 300-350 milyon insan konuşuyor, dördüncüsü İspanyolca’dır 250-300 milyon inan konuşuyor, beşincisi Türkçe’dir 180 milyon insan konuşuyor. 

Ancak, Türkçe’nin beşinciliğe düşmesinin sebebi, İspanyolca konuşanlar ile İngilizce konuşanların hepsinin Anglo Sakson ve Lâtin ırkından olmamalarına karşılık, Türkçe’yi konuşanların tamâmı Türk olduğuna göre, şu anda dünyâ milletleri arasında nüfus bakımından Türkler, 180 milyonla üçüncüdür. Yâni, Çin’den, Hindudan sonra üçüncü ırk, üçüncü millet Türklerdir ve Türkçe’yi yalnız Türkler konuştuğu için başka milletlere Türkçe’yi zorla öğretip konuşturmadığı için Türkçe, dünyanın üçüncü dili sayılmalıdır.

 

Türk Dilinin Sağlamlığı

 

Bu hususiyetleri yanında üçüncü hususiyeti, Türkçe bugün, dünyanın üç kıt’asında belki kilometre kare olarak toplansa, on milyon kilometre kareyi geçen bir coğrâfi sâhada konuşulmaktadır. Bunların teferruâtını saymağa lüzum yok Doğu Türkisan’dan, Türkiye’ye, Balkanlar’a kuzeyde tâ Finlandiya’ya varıncaya kadar, (şimdi işçilerimiz sayesinde de Avrupa’nın her yerinde aşağı yukarı Türkler büyük çoğunluk teşkil ediyorlar) konuşuluyor. Türkçe, demek ki dünyada, en yaygın bir coğrafyada konuşulan bir dildir.

 

Dördüncü hususiyeti, Türk dili, dünyada mevcut dillerin en zenginidir. Türkiye Türkçesi olarak düşünmeyeceğiz, Türk dilini bir bütün kabul ediyoruz. 180 milyon Türk’ün konuştuğu dili dikkate aldığımız zaman, Türkiye dışındaki diğer Türk şiveleri de yazı dili halinde gelişmiş durumdadırlar. Türkçe’nin temel kaynağını teşkil eden, temel hazinesi, dede mirasının torunları tarafından paylaşıldığı gibi, esas dede mirasının Kazaklar bir kısmını, Kırgızlar bir kısmını, Özbekler bir kısmını, Oğuzlar bir kısmını almak sureti ile paylaşmaktadır. Böylece her şive, edebî dil olarak gelişmektedir. Kendi kelimelerinin nüanslarını, mecazlarını da gözönüne alırsak ve Türk dilini bir lügat haline getirirsek, dünyanın en zengin dilini ve en hacimli lügatini bulmuş oluruz.

 

Türk dilinin beşinci hususiyeti, yapı bakımından fevkalâde sağlam oluşudur. Türk diline ait kelimeler, köklerini hiçbir zaman kaybetmedikleri için, kök sabit kaldığı için hangi dilin içerisine girerse girsin, o dil içerisinde erimemiştir, varlığını muhafaza etmiştir. Ayrıca yapısının sağlamlığı ile, o dili konuşan milletin, mantık yapısı ve sağlamlığı, yabancı diyarlarda asırlarca kaldığı halde, o millete, dilini unutturmamıştır.

 

Türk dilinin yapısının sağlamlığı ve millete, milletin karakteri ile bütünleşmesi sayesinde, asırlardan beri yabancı bayrak altında yaşayan Türkler, dillerini kaybetmemişlerdir. Bundan dolayıdır ki, dil ile millet arasındaki münasebeti, bizim münevverlerin aksine çok iyi idrâk eden yabancılar ve milletler, Türkleri ortadan kaldırmak için, dili unutturmak yoluna gitmiştir.

 

Nitekim, Bulgaristan’ın şimdi yaptığı, Türkleri katlederek öldürtmesi belki mümkün değil, Türkçe’yi yasak etmek sureti ile, bir nesil sonra Türkçe konuşmağı bitirdiği zaman, Türk yoktur. Bunda, muvaffak olur olamaz o başka, fakat bunun dışında, Afganistan’da, İran’da Sovyetler Birliği’nde, Çin’de Irak’da Suriye’de Türkler, asırlardan beri, kendi hür bayrağının altında yaşamadığı halde, dilini muhafaza edebilmektedir dilin sağlamlığı sayesinde.

 

Bu hususiyetlerine rağmen, Türkçe şimdi tarihinin en karanlık devrini yaşamaktadır, çünkü ilk defa Türk diline taarruz, münevverlerle beraber devletten gelmektedir. Türk dilinin ilk krizi değildir bu, onbirinci asırda ve ondan dört asır sonra, bu defa Çağatay sâhasında, Farsça’ın taarruzu karşısında kalan Türkçe, gene Çağatay münevverleri tarafından, Farsça’ya temâyül dolayısıyla, bir taarruza uğramış, ama yine Çağatay münevverlerinden bir başka grup çıkmış “Türkçe Farsça’dan üstündür, Türkçe Farsça’dan zengindir, Türkler Türkçe yazacak” demişler ve onlar muvaffak olmuşlardır. Bu arada devletin müdahalesi yok.

 

Daha sonra, yazı dili esparante haline gelmiştir, buna karşı tekrar şuurlu münevverlerden tepki doğmuştur ve 1908’li yıllarda, bu tepkinin neticesinde, Türk dili, sivriliklerden aşırılıklardan, hazmedilmemiş, Türkçe’nin içinde erimemiş terkiplerden ve kelimelerden kurtulmuş, berrak, bir yazı dili haline gelmiştir, sene 1910-12. Bu yıllar Türkçe’nin yazı dilindeki tekâmülünün zirvesidir, aşırılıklar silinmiş, atılmış, yerlerine oturmuştur.

 

Ancak 20-30 yıl geçmiş, bu defa, Tanzîmat’ın başında bir Tasfiyecilik Hareketi var idi, Öz Türkçecilik Hareketi, o hareket, 1930’lu yıllarda tekrar hortlatılmıştır. Bu üç dört sene büyük bir kriz halinde devam etmiştir.    

 

 

 

 

 

İlgili Gönderiler

1 / 79