Yeryüzü kültürleri inanılmaz ölçüde birbirine giriyor. Hele yeni telâkkiler, teknik ve elektronik tâbirler aynîleşiyor. Önüne geçemezsiniz.
Sözgelimi “Faks” kelimesi artık kabul görmüştür. “Fax” değil de “Faks” yazarsanız artık o bizden olur. Çünki, fakslamak fiili iyice yerleşti. Fakslayalım, fakslayıverelim demekteyiz.
Dil kurumu gerçi ona “Belgegeçer” adını koydu ama “Belgegeçerleyiverelim” demek oldukça zor ve tumturaklı. Tutmaz. Tutmayacak inatlarda ısrar faydasızdır.
Bir vakitler otomobile “Kendigider” yakıştırması yapılmıştı, gülmekten kırıldık. Şimdilerde “Yeni bir kendigider aldık, kendigider sanayii, kendigider tamponu” diyenlere rastlıyor muyuz?
Otomobil girince, tampon da, radyatör de; far, buji, antifiriz, kaput, motor, kaporta, otopark, kriko, vantilatör kelimeleri de peşi sıra sökün etti.
İteleyemezsiniz.
Artık çoğu tâbir bizim has misafirlerimizdir.
Tıpkı telefon, televizyon, elektrik gibidir.
Hatta hâne halkındandır.
Dilde hassasiyet esastır ama, kabul görmüş, açık anlamlı kelimeler kaldırılıp atılamaz. Türkiyemizde bazı gayretkeşler Hayat yerine “yaşam“!, sebep karşılığı olarak ta “neden“i getirtip oturttu. Hiç te iyi olmadı.
“Hayat”ı bilmeyen var mıydı ki?
“Sebeb“i anlamayan var mıydı?
Şimdi biz “Nasılsın yaşamım” mı diyeceğiz?
“Nedenin zalim oldu” diye mi türkü söyleyeceğiz?
Bu uydurukça meraklıları, radikal sol fikirli idiler. Gayeleri Türk Dünyası’nı birbirini anlayamaz, kitaplarını okuyamaz hâle sokmaktı.
Bir dereceye kadar başarılı da oldular.
Türkçeye yazık edildi.
Dili kendi hâline bırakmak lâzımdır.
Aslında; Yahya Kemal, Falih Rıfkı, Orhan Seyfi, Yusuf Ziya Türkçesi mükemmeli yakalamıştı. Nefis bir Türkçe konuşuyorduk. En son örneği de İhsan Sabri Çağlayangil rahmetli idi.
Dilimize kıydık biz.
Ortalıkta iki cephe çatışıyordu.
1- Uydurukçular, 2- Teknik tabirlere karşı çıkanlar. Bu iki taraf dilimizin anasını ağlattı.
Güzelim İstanbul Türkçesi Türkiye’den kovuldu. Daha dönesi değil.
İngilizler “İngilizcede yüz bin yabancı kelime var” diye övünür. Bak bak bak…
Ruscada, Yunancada, Macarcada on bini aşkın Türkçe söz ve ses yaşamaktadır. Gocunan yok.
Bırakın bu lüzumsuz tedirginliği.
Zorlamayın ve zorlaştırmayın.
Bir dil ne kadar zenginse, kelime ufku ne kadar doluysa onca yükseklerde gezinirsiniz. Fikir ve ideal adamları, üstün sanatkârlar ve hatipler, eline su dökülmez yazarlar bu zenginlik üzerinde âbideleşir.
Güdük bir lisanla ne edebiyat yapılır ne sanat. Böyle tıkız bir hapishaneden ne fikir adamı çıkar, ne dörtbaşı mâmur politikacı.
Yapılacak iş: Samiha Ayverdi, Erol Güngör, Ahmet Hamdi Tanpınar, Nihat Sami Banarlı
Türkçesine yakın durmak; teknik ve elektronik tâbirlerden ürkmemektir.
Yabancı kelimeler dile utanç getirmez.
Bakın, “Polis” diyoruz. Santral, müzik, market, pilot, baraj, park, telefon diyoruz. Ne kaybediyoruz?
Dili zorlamayalım.
Bu işi ne dil ırkçılığına dayayalım, ne uydurukçuluğa, ne de teknik tâbir rahatsızlığına.
Dili rahat bırakmak, yarınki dehâların önünü açmaktır.
Türkiye’nin ufkunu açmaktır yani.
Gürbüz Azak