smanlıca seçmeli ders olacak haberlerine sevinmemin tek sebebi Türkçemizin biraz zenginleşecek olması. 350-400 kelime ile konuşur yazar hâle geldik. Yabancı dil bilenlerimiz derdini Türkçe anlatmakta zorlandığı için araya yabancı kelimeler sokuşturuyor. Tedavülden kalkan kelimelerin ekini, kökünü, failini mefulünü bilmiyoruz. Kulak aşinalığı olanlar doğru dürüst kullanamıyor. Katl ile katil farkını bilmediğimiz için katil zanlısını arıyoruz. Mütehassıs ile mütehassis arasındaki farkı bilenler azaldı. Mütevazı ile mütevaziyi karıştırır olduk. Öz Türkçe bizi kısırlaştırdı. “Takat, kudret, kuvvet, mecal” yerine “güç” deyip geçiyoruz.
Tahassüs kelimesini kullanan insan sayısı nüfusun yüzde yarımından azdır herhalde.
1950’lerde yazılan romanları okurken lügate bakma ihtiyacı hissettiğim 40-50 kelime çıkıyor.
80’lerde yurt dışında yaşayan Türklerden ekrana çıkanlar olurdu. Adam 50’li yıllarda Amerika’ya yerleşmiş, Türkiye’den kopmuş, o gün konuşulan Türkçeyi muhafaza etmiş. 50’lerin Türkçesi ile konuştuğunu anlayamazdık. Hızlı etkileşim sayesinde yurt dışındakileri de kendimize benzettik, aramızda fark kalmadı.
Bizim yapımızda iyi niyetle dahi olsa bu dersi mecburi hâle getirince sulanır, öğrenmeye niyeti olanlar da dersten soğur. Faydası olmaz. En iyi yol teşvik etmektir ki kırk türlü yolu var.
Mesleği gereği çok iyi öğrenmek zorunda olanların dışında kalanlar için ölçü: 1920’lerde yazılan kitapları sözlüğe bakmadan anlayabilecek hâle gelmektir. O kadar geriye gitmeye gerek yok diyorsanız 1950’lerde yazılanları anlayabilecek hâle gelelim, yeter.
Azerbaycan’da sıradan insanlara mikrofon uzatıldığı zaman herhangi bir konuda hiç zorlanmadan 5-10 dakika konuşabiliyorlar. Biz konuşamıyoruz. Bunun birçok sebebinden birincisi kelime kıtlığı.. 300 kelime ile dön dur. İlkel kabile lisanı gibi. Geldim, gittim, acıktım, yoruldum, mutluyum, üzüldüm, uyudum, uyandım.. Duygularımızı anlatamıyoruz.
Türkçe, uzun müddet hukuk kitaplarında yaşadı. Mühendislik kitaplarında yaşadı. Onları da sığlaştırıp muradımıza erdik.
Türkçe’nin en iyi örneklerinden biri Mecelle metni.. Kuralar o günün Türkçesinin zenginliği sayesinde o kadar güzel kodifiye edilmiş ki, oturup uğraşsanız dahi herhangi bir maddedeki bir kelimeyi kaldırıp yerine başka bir şey yazamıyorsunuz. Yine herhangi bir maddeyi bugünkü insanların anlayabileceği hâle getirmek isteseniz bir tam sayfa tutar ve herkes farklı anlar. Her satırdan sonra yani, yani, yani demek zorundasınız.
1924 Anayasası’nın Türkçesine dönelim yeter. Osmanlı kelimesi sizi rahatsız ediyorsa kutsadığınız cumhuriyetin ilk dönemlerindeki Türkçeyi arıyoruz diyelim.
…
Lordlar Kamarası’nda konuşulan İngilizcenin kalitesi ile sokaktaki İngilizce arasında devasa fark var. Bizim meclisteki Türkçe ile sokaktaki Türkçe arasında fark var mı?
Lise mezunu bir İngiliz, bilmem kaç asır öncesinin Magna Carta metnini yarım saatlik bir uğraşmanın sonunda rahatlıkla anlayabilir. Neden? Çünkü lisan canlı.. Hâlâ hayatta.. Bizde ise Osmanlı Türkçesi ölü bir dil ve tozlu arşivlerde. Dil ve antropoloji konusunda yetişmiş uzmanların iştigal sahasında.
İlber Hoca’nın dediği gibi bugün Arapça bilen 12 yaşındaki çocuğu zaman makinası ile Harun Reşit dönemine ışınlasanız iletişim kurabilir.
Oysa aynı yaştaki bir Türk çocuğunu iki nesil öncesine gönderseniz uzaylı muamelesi görür.
Bağımsızlığı dilinden düşürmeyenler İngiliz sömürgelerindeki lisan katliamlarını incelemişler midir?
Anglo-Türklerin feryadı/alerjisi bu inceleme ile anlaşılabilir.
Not: Devlet erkânı konuşmalarına unutulmuş (unutturulan) Türkçe kelimeleri serpiştirse örtülü bir teşvik olur.
Ahmet Sağırlı