Türk Dili

Türkçemiz Kasten Nasıl Fakirleştiriliyor, Yozlaştırılıyor?

*Numan Aydoğan Ünal
Mayıs 2019 tarihli Türkiye Gazetesi’nin Geniş Açı sayfasında neşredilen “Esas Beka Meselemiz: Dilimiz’’ başlıklı makalemiz, okuyucularımızdan büyük bir ilgi gördü. Bu makalede Türk milletinin tarihte maruz kaldığı en büyük facialardan birisinin de ‘’Öztürkçecilik’’ adı altında yapılan “uydurma dil” darbesi olduğunu ifade etmiştik.
Fransızca ve İngilizceden binlerce kelime alınırken, Arapça-Farsça, Osmanlıca diye yüzlerce kelime kasten kullanılmıyor, dilimizden atılıyor.  Hatta Türkçe olan bazı kelimelerin yerine dahi, edebî değeri olmayan kelimeler uyduruluyor. Böylece Türk milleti tarihinden, edebiyatından ve Türk dünyasından koparılıyor, yeni nesiller artık ecdadının dilini, kitaplarını anlayamıyor. Bu makalemizde de Türkçemizin kasten, şuurlu olarak nasıl fakirleştirildiği ve yozlaştırıldığı hakkında birkaç misal vereceğiz.
Neden: Öztürkçeciler dilimizde aynı manaya gelmekle beraber aralarında nüanslar da olan pek çok kelime yerine ısrarla sadece tek uydurma kelime kullanıyorlar. Böylece birçok kelimemiz kayboluyor, unutuluyor. ‘’Neden?’’ Türkçede, bir soru edatıdır. Ancak, “nedeniyle” uydurma olup, telaffuzu da zordur. 30-40 sene evvel dilimizde hiç kullanılmayan bu kelime bugün “sebebiyle, münasebetiyle, vesilesiyle, yüzünden, dolayısıyla, dolayı, ötürü, için’’ yerine kullanılmaktadır. Mesela, “sel nedeniyle”’ yollar kapandı cümlesinde “nedeniyle’’ yerine “sebebiyle, yüzünden, dolayısıyla’’ kelimelerinden birisi kullanılabilir. Yine “Bayram nedeniyle bazı yollar trafiğe kapatıldı” cümlesinde ise ‘’nedeniyle’’ yerine ‘’münasebetiyle, vesilesiyle, sebebiyle’’ bazı yollar trafiğe kapatıldı denilebilir; ancak bayram ‘’yüzünden‘’ yollar kapatıldı denilmez. Bir başka acayip ifade de;  “sebebi nedir?’’, yerine “nedeni nedir?’’ deniliyor ki, bu da tam bir garabettir.
Atıyorum:  ‘’Mesela, misal olarak faraza, söz gelimi, diyelim ki’’ gibi her zaman kullandığımız bu kelimelerin yerine “atıyorum’’ uyduruldu. Radyo-TV’lerde, açık oturumlarda konuşanlar ikide bir “atıyorum’’ diye söze başlıyorlar. Diğer bir garabet de bütün ecdadımızın ve Türk dünyasının asırlardan beri kullandığı hayatımızda mühim bir yeri olan “tayin olmak’’ yerine  “atamak” diye bir kelime uyduruldu. Böylece ‘’atanmam çıkacak, atanamadım’’ gibi acayip ifadeler dilimize girdi. Daha da garibi, geçen gün haberlerde Bakan  “20 bin öğretmen atıyoruz’’ dediğinde, ne anlaşılır? Sanki öğretmenler işten atılıyor.  20 bin öğretmen tayin ediyoruz denilirse, daha iyi olmaz mı?
 
Yaşantı-yaşam: ‘’Canlı, sağ, diri, ömür’’ gibi manalar ifade eden ‘’hayat’’ kelimesi yerine önce “yaşantı” sonra ‘’yaşam’’ uyduruldu. Türkçede sonu “-ıntu, -intü, -üntü’’ ekleriyle türetilen bütün kelimeler, bir çirkinliği, kabalığı, rahatsızlığı ifade eder: Mesela, ‘’mıymıntı, askıntı, kaşıntı, üzüntü, kazıntı, tiksinti, bulantı’’ gibi… İnsan sevdiği kimseye hayatım, canım, ruhum der;  yaşantım, yaşamım diyebilir mi? Son senelerde câhil bir kimsenin uydurduğu ”yaşamını  yitirdi’’ ifadesine  de uydurukçacılar dört elle sarıldılar. Artık radyo- televizyonda “vefat etti, öldü” gibi asırlardan beri kullanılan kelimelerimizin yerini bu acayip ifade aldı.
Saygın: “İtibar, muteber, muhterem’’ gibi kelimelerde, bir vakar, ciddiyet, ağırlık var. Bunların yerine ‘’saygın” uyduruldu. Bu da “dalgın, kırgın, baygın, bezgin, tedirgin, kızgın’’ vezninden bir kelime olup, rahatsızlık, huzursuzluk,  güvensizliği çağrıştırmaktadır.
 
İzlemek: Bu kelime Türkçedir. Ancak, yanlış manalarda kullanılmaktadır. Dilimizde maddi bir varlığı adım adım takip etmek, izinin arkasından gitmek, iz sürmek gibi manalar ifade eder. Bunun ‘’takip etmek, seyretmek, dinlemek, bir hadiseyi gözlemek’’ yerine kullanılması yanlıştır. Mesela: “Afgan tazısı iyi iz sürer” denilir. “Sayın izleyiciler” denilince, iz süren insanlar anlaşılır. Maç, film seyredilir. Maksat öztürkçe olsaydı bakılır, gözlenir denilebilirdi.
Bağımsız: “İstiklal,  hürriyet,  müstakil” yerine kullanılıyor. Bağımsızlık kelimesiyle istiklal gibi yüce bir fikrin mesajı verilemez. Bağımsız “Bakımsız, hazımsız, geçimsiz, kansız, cansız’’ gibi menfilik manalarını çağrıştırır. İstiklal ise kelime yapısı itibarı ile böyle bir olumsuzluk yoktur. Ayrıca, bağımsız müstakil yerine de kullanılıyor. Müstakil kat, müstakil arsa yerine de bağımsız kat, arsa, bölüm deniliyor. Daha da acayip olanı, alkolik olan bir kimseye de “alkol bağımlısı’’, uyuşturucu kullanana ‘’madde bağımlısı’’ deniliyor.  Eskiden bu kelimenin yerine ‘’iptila, müptela’’ kelimeleri kullanılırdı, içki iptilası, uyuşturucu müptelası denilirdi. Uydurmacılık çıkınca zaten bu kelimeler de unutuldu.
Yetenek: “Kabiliyet, istidat, marifet, maharet, hüner, meleke’’ yerine uydurulan “yetenek”  Türk dünyasının hiçbir lehçesinde yoktur. Sadece 30-40 seneden beri Türkiye Türkçesinde var. Teneke vezninden olan bu kelimeyi Azerbaycanlı bir hanım profesöre sorduğumda, bunu hiç duymadığını yukarıdaki kelimelerin yerine niçin bu kelimenin kullanıldığını bana sordu. Ben “Öztürkçe olması için” cevabını verdiğimde, “Mademki öztürkçe söylenmek isteniyor ‘becerikli’ desinler” demişti. Hanım profesör çok haklı idi. Çünkü öztürkçecilerin esas maksadı,  bütün ecdat yadigârı bu kelimeleri ortadan kaldırmaktır.
Bay-Bayan: Ecdadımız edep ve terbiyenin bir ifadesi olarak insanlara “hanımefendi, beyefendi’’  diye hitap ederlerdi. Öztürkçeciler bunların yerine bay-bayan uydurdular. Birkaç sene evvel Meclis’teki kadın milletvekilleri iç tüzükte değişiklik yaptırarak bayan milletvekilleri yerine kadın milletvekilleri ifadesini koydurttular. Çünkü “bay-bayan” kelimeleri hafif kalıyor; ağırlık,  ciddiyet ve vakar ifade etmiyor. Bu sebeple şimdilerde “bay-bayan” kelimeleri ancak tuvaletlerin kapısında kendine bir yer bulabilmektedir.
Umarım: Manevi kültürümüzde çok mühim yeri olan ‘’İnşallah’’ kelimesini unutturmak için ısrarla umarım kelimesi kullanıyor. Mesela, “İnşallah gelirsiniz” yerine “umarım gelirsiniz” deniliyor. Böylece bu mübarek kelime unutturulmak isteniliyor.
Zorunlu: ‘’Mecburi, zaruri, elzem’’ yerine kullanılıyor. Esasen  “zor’’ kelimesi Farsçadır. Zoraki, zorla, doğrudur, ‘’zorunlu’’ ise uydurukça olur. Tesadüfe de ‘’rastlantı’’ deniliyor.  ‘’Rast’’ da Farsçadır. Dershaneye, sınıfa derslik deniliyor ki, “ders ve sınıf’’ Arapçadır. Tespit yerine de “saptama’’  kullanıyor ki, bu da Arapça menşelidir. Şimdi bu kelimeler öztürkçe mi oldu?
Stres: “Gam, hüzün, tasa, dert, mihnet, elem, ızdırap, yeis, keder, kahır, efkar, kasvet, inkisar, melal’’ gibi insan hayatında mühim yeri olan bu kelimelerin yerine stres kelimesi kullanılarak, bu kadar kelime kayboluyor.
Sorun:  “Mesele, dert, sıkıntı, müşkülat, problem, meşakkat, gaile’’ gibi pek çok kelimenin yerine kullanıyor. Diğer taraftan sorun, sormak fiilinin emir kipidir. “Çocuğa sorun, niçin ağlıyor?’’ denir. Bu uydurma kelimeyle, sormak, soru, sorun, sormayın kelimeleri ile birbirine karışıyor, anlaşma zorlaşıyor.
Kuşku: ‘’Endişe, korku, vesvese, vehim, işkil, ürkeklik, kuruntu’’ manalarına gelen bu kelimenin şüphe yerine kullanılması yanlıştır. ‘’Hiç kuşkum yok, kuşkusuz öyledir tarzındaki kullanışlar yersizdir. ‘’Şüphesiz, hiç şüphe yok” denilmelidir.
Süper: “Fevkalade, harika, harikulade, mükemmel, muhteşem, nefis, enfes” yerine Latince menşeli Fransızca telaffuzlu “süper” kullanılarak bütün bu edebî ve tarihî kelimelerimiz unutturuluyor.
Sel-sal: Bütün Osmanlı ve Türk dünyası edebiyatında; hikâye, destan ve şiirlerde Fransızcadan alınan bu -sal ve -sel ekleri yoktur, sonradan uyduruldu. Kimyasal, fiziksel değil doğrusu kimyevî ve fizikîdir.  Prof. Dr. Ziyaeddin F.  Fındıkoğlu  “Latin gramerinin bu ‘sal ve sel’’ ekini Türkçeye niçin bulaştırıyorsunuz? Bu büyük yanlışlığın önüne geçmezseniz güzelim Türkçemizi sala bindireceksiniz, sonra onu sele vereceksiniz’’ diye feryat ediyordu. Nitekim öyle de oldu.
Amaç: Öztürkçecilerin Türkçe sandıkları Farsça menşeli “amaç” da, dilimizde “gaye, maksat, niyet, hedef ve kasıt”ı kaybettiriyor.
Önermek: “Tavsiye etmek, teklif etmek, arz etmek ve teşvik” yerine kullanılıyor. Hâlbuki bu kelimelerin her birinin dilimizdeki kullanış yerleri farklıdır. Şimdi Meclis’te kanun teklifi yerine ‘’yasa önerisi‘’ denilmeye başlanıldı.
Doğa, uygar: Boğa vezninden ‘’doğa’’,  aygır vezninden uydurulan ‘’uygar’’ kelimeleri hayvanî mesajlar veriyor. Tabiat yerini alan “doğa”, edebî ve halk dilimizde olmadığı gibi, bundan türetilen tabii, tabiatıyla kelimeleri de kayboluyor. Medeni yerine uydurulan uygar kelimesi de hiç uygun bir ifade değil;  medeni insan yerine, uygar insan demek yakışıyor mu?
Konut: Mesken yerine uydurulan bu kelime; meskûn, iskân, iskân sahası, sakin, gibi ifadeleri unutturdu. Böylece mahallenin sakinleri, meskûn mahal gibi tabirler de kayboluyor.
İlişkin:  Bu kelime de “dair, ait, alakalı, hakkında, hususunda” gibi tarihî kelimelerimizi unutturuyor.
Nitelik: Bu uydurma kelimeler de, “keyfiyet, hususiyet, evsaf, vasıf, mahiyet, kalite” kelimelerini kaybettiriyor.
Tüm: “Bütün, tamam, hepsi”nin yerine “tüm”ü uydurdular. Cümleye de tümleç diyorlar. Tüm seyirciler denilmez, bütün seyirciler demek gerekir. Kitabın tümünü değil “tamamını” okudum denir. Eski dostların tümünü gördüm yerine hepsini gördüm demek gerekir.
 
Okul taşıtı: Okul taşıtı deniliyor. Okul taşınır mı? Bunun doğrusu, okul vasıtası veya öğrenci vesâiti olması gerekir.
 
Gelecek istasyon: Tramvayda “gelecek istasyon” diye anons yapılıyor. Sanki istasyon bize doğru geliyor.  Doğrusu “Müteakip istasyondur”.  Anonsun İngilizcesinde  ( next station) deniliyor ki,  müteakip istasyon demektir.
 
Beş gibi gelirim: Saatin gibisi olmaz. Beş sularında, beşe doğru, beş civarında gelirim denir. Eskiden beş raddelerinde denirdi ki, maalesef şimdi bu da unutuldu.
Size dönerim: Bu da çok kaba kelime. Artık cahil ve münevver de bu kelimeyi sık sık kullanıyor. Özellikle telefon konuşmalarında size dönerim deniliyor. Bunun doğru sizi tekrar arayacağım veya tekrar ararım olması gerek.
Kendine iyi bak: Ne yazık ki  bu ifade de son zamanlarda cahilin de münevverin de kullandığı  basit, kaba, kıymetsiz,  uydurulmuş bir ifadedir. Bir kimseye “kendine iyi bak” demek, ona saygısızlıktır.
 
Bay Bay: İngilizce olan bu kelime de şimdi moda oldu. Allaha ısmarladık, hoşça kal, sağlıkla kal, güle- güle,  selametle gibi kıymetli ifadelerimizi unutturuyor. Duş almak: Duş almak değil, doğrusu banyo yapmaktır.
 
Ne alırsınız: Doğrusu “ne içersiniz, ne arzu edersiniz”dir?
Artı, ya da: Uydurmacılar Arapça olduğundan  ‘’ve’’ kelimesini unutturmak için  gayret ediyorlar. Kelime ve cümleleri bağlamada ‘’artı, ya da’’yı kullanıyorlar. Aslında “ya” Farsçadır. Böylece “ve, veya, yahut” kelimelerini unutturuyorlar.
 
Görüş uzaklığı: Aslı görüş mesafesidir. Mesafe uzaklığı ve yakınlığı ifade eden bir kelimedir. Haberlerde görüş uzaklığı 10 metre diyor, böylece yakınlık ifade ediliyor.
 
Hava sıcaklığı: Aslı “hava sühûneti”dir. Bu sıcaklık ve soğukluğu ifade eder. Şimdi haberlerde hava sıcaklığı -20 derece diyerek, soğukluk, sıcaklık kelimesiyle ifade ediliyor.
 
Kent: Son senelerde şiir gibi bir kelime olan şehir yerine ısrarla “Soğdca” olan kenti yerleştiriyorlar. Kent kelimesi Azerbaycan’da köy, kasaba için  kullanılır.
Deprem büyüklüğü: Zelzele kelimesi deprem yapılarak çoktan unutturuldu. Arapça olduğu için ısrarla şiddet kelimesini kullanmıyorlar. Şiddet kelimesinde bir güç, sarsıntı, hareket ifadesi var. “Büyüklük” hiçbir zaman şiddetin verdiği ifadenin yerini alamaz.
Kimi: Bazı kelimesi yerine, kimi kullanılıyor. Bazı kimseler, bazı fikirler, bazı günler yerlerine, kimi kimseler, kimi fikirler,  kimi günler deniliyor.
Tahmin: Hava raporlarında tahmin kelimesi artık  kullanılmıyor. Bunun yerini beklenen kelimesi aldı.  Hafta sonu  beklenen hava sıcaklıkları deniliyor. Oysaki yolcu beklenir, durakta beklenir; hava durumu ise tahmin edilir.
Çıkışlı: Lise, üniversite çıkışlı deniliyor. Aslı lise, üniversite mezunudur. Ayrıca hapisten çıkana tahliye oldu, hastaneden çıkana taburcu oldu,  askeri bitirene terhis oldu denir.
Bekleme yapmayınız: Bunun doğrusu  “beklemeyiniz” şeklinde olacaktır.  İzmir’de trenler, gecikme yapmaz  “gecikir”.
Özürlü: Aslı sakattır. Özürlü, kusurlu, kabahatli demektir. Nitekim, bir suç kabahat işleyen veya hata yapan kimse özür dilerim der. Özürlü yerine şimdi de “engelli” denmeye başlandı. Bu da yersiz bir ifadedir. Oysa ki Türkçemiz bu hususta o kadar zengindir ki; gözü görmeyene âmâ, kulağı işitmeyene sağır, konuşamayan dilsize lal, kekeme, ayağı olmayana topal, kolu olmayana çolak, aklı olmayana deli denir.
Hukukî ifadeler: Hukuk dilimiz de maalesef çok değiştirildi. Yarım asır önce hiç bilinmeyen kelimeler uyduruldu. Esas Teşkilat Kanunu-Anayasa; kanun yasa,  kanuni yasal oldu. Kanunsuz iş yapma yerine, yasasız iş yapma demek yakışıyor mu?  Bu gidişle Kanuni Sultan Süleyman’a da “Yasal Süleyman’’ derlerse, şaşmayın!  Ayrıca, şahit tanık, müşteki yakınıcı, talep istem, maznun sanık,  zabıt tutanak, gayrimenkul taşınmaz, menkul taşınır, Temyiz mahkemesi Yargıtay, istimlak kamulaştırma, hâkim yargıç, müddeiumumi savcı, gibi pek çok hukuki kelime ve tabirler tamamen değiştirildi.
Böylece, Türkçemiz büyük bir tahribata uğratılarak, bozulup fakirleştirildiği, yozlaştırıldığı için ülkemizde artık kimse meramını doğru dürüst anlatamıyor, yabancı bir lisan da öğrenemiyor. Bundan 40-50 sene evvel bir lise mezunu dahi Fransızca öğrenir, Fransızca romanları okur anlardı. Millî Eğitim eski Bakanlarından Hasan Celal Güzel diyor ki, Türkiye’nin İngilizce öğretim neticesi bütün masraf ve gayretlere rağmen kocaman bir sıfırdır. Çünkü ana dilini iyi bilmeyen kimse yabancı bir lisan öğrenemez. Bu gidişle, yeni nesiller ecdadının eserlerini okuyup anlayamadığı gibi; bundan sonra da ülkemizde kıymetli fikir adamı, tarihçi, edebiyatçı, şairler de yetişemeyecektir.

İlgili Gönderiler

1 / 79