illî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, “çocuklarımıza Türkçe
öğretemiyoruz” diyerek çok samimi, fakat aynı zamanda da çok acı bir
itirafta bulundu. Başka bir memlekette devletin bu işten sorumlu resmi bir
yetkilisinden böyle bir açıklama yapılsaydı yer yerinden oynardı. Bizde ise tek
sütunluk bir haber şeklinde çıktı ve geçti. Çünkü kamuoyu, ekran damat ve
kaynanalarına kilitlenmişti.
Türkçe’yi
öğretememenin bir çok sebepleri var. Uzunca bir zaman dil ırkçılığı
yapılmıştır. Arapça, Farsça diye bin yıldır kullanılan yüzlerce kelime dilden
atıldı. Onların boşluğu doldurulamadı. Yerlerini Fransızca, İngilizce kelimeler
aldı. Öz Türkçecilik dayatması dili fukaralaştırdı. Masa başında kelimeler
uyduruluyordu. Uydurma kelimeler tutmadı ve sevilmedi.
Kısaca temas ettiğimiz
bu bahis Türkçe’nin yakın tarih macerasıdır.
Türkçe bir de
teknoloji macerası yaşadı ve yaşamakta. Bilgisayar “Türkçe”sine
Türkçe demek Türkçe’yi yermektir. O bir kabile dili. Televizyonun mutfak dili
tamamen yabancıdır. Öyle ki bazıları orijinal halde yazılılar. Keza reklam dili
de aynı şekilde. Hatta sinema dili bile. ÖSS, ÖYS sorularının çoğunu hiç
birimiz anlayamayız. Yapmacık, köksüz ve uydurma bir kekre dildir. 60 bin
gencin sıfır çekmesindeki sebeplerden hayatta olmayan o azınlık dilidir.
Şehirlerimiz yabancı
marka, etiket, tabela ve isim işgali altındalar. Şunu asla unutmamalı. İşgal 3 türlüdür.
Askeri işgal, ekonomik işgal ve kültürel işgal. Bunlardan en ağırı en
sonuncusudur…
Türkçe nasıl
öğretilir? Sadece okullarda mı öğretilir?
Türkçe, okullardan önce evlerde,
hayatta ve kitaplarda öğrenilir.
Halis Türkçe’yi bilen
varsa bunlar mümkün. Anne, baba, öğretmen, mahalle bakkalı, sözde yazar bilmezse
Türkçe öğrenilemez. Bugün en evvel habercilerin Türkçe konuşması gerekir. Onlar
da sukutu hayali “sükûtu hayal”
diye telaffuz ederek hayal kırıklığına yol açmaktalar.
Maalesef, edebiyat ve
Türkçe öğretmenleri dahi Türkçe bilmemekteler.
Çünkü güzel Türkçe
konuşan ve yazan, bunu kendine dert edinmiş, hayat üslubu yapmış insan sayısı
çok azaldı. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Suriye ziyareti sırasında
gazeteciler, uzun senelerdir Şam’a yerleşmiş bir teyzeyi konuşturdular. O teyze
nefis bir dille konuşuyordu. Türkçe’si başındaki tülbent kadar aktı. Tarık
Buğra, yaza yaza vefat etti. Bu gibi insanların konuşmaları arşivlenmeli.
Şu gerçeği de görmezden
gelmemeli…
Türkçe, bugün ’60’lı,
’70’li yıllardaki kadar kuru değildir. Dile dair taassup daha sonra yıkıldı.
Özel radyo ve televizyonlarla konuşulan Türkçe yaygınlaştı. O günlerin
suçlularından TDK ve TRT dahi ıslahı nefs etti.
Buna rağmen Türkçe’nin hali
yukarıda resmettiğimiz gibidir.
Dile ve kaleme geldiği
gibi kullanılan Türkçe’dir. Durarak, düşünerek, araştırarak söylenen ve yazılan
o dile mahsus olamaz. Saf dil de olmaz. Diller kelime verir ve alır. Hele bizim
gibi dün fiilen bugünse iklim olarak imparatorluk hayatı yaşayan milletlerde bu
alışveriş sular seller gibidir. Bulgarca, Sırpça, Rusça, Ermenice, Yunanca ve
Arapça’da bir çok Türkçe kelime yaşıyor. Bu dillerden onlarca kelime de Türkçe’de.
Asırlardır kullandığımız, yerleşmiş, bünyeye kaynamış bir kelime ister Almanca
olsun isterse Arapça, o artık Türkçedir.
Türkçe’yi iyi konuşan
ve yazanların sayısı çoğaltılırsa Türkçe zenginleşir.
Türkçe güçlü olursa
yabancı diller çabuk öğrenilir.
Ana dili zayıf olan
nesiller bir başka yabancı dili zor öğrenirler.
Türkler kadar ikinci
bir dili zor öğrenen millet azdır.
Türkçe, bir milletin
ses bayrağıdır.
O bayrak keyiflere göre dalgalanmaz.
Okullarında Türkçe’nin
“Türkçe” olmadığı
bir bakanlığın isminin başındaki “millî”
kelimesi fazla gelir. Ancak, tek mükellef, MEB değildir, RTÜK, TDK, basın,
yazarlar herkes sorumlu.
İnsan kelimelerle
düşünür.
Düşündüğü gibi
konuşur.
Zengin kelime
dağarcığı olmayan, ortaya zenginlik koyamaz.