Dil ve EdebiyatTürk Dili

Türkçe de Yaprak Dökümü

P

aris’in iki yanında iki büyük orman var biri Boulogne, öteki Vincennes ormanı şehrin akciğerleri denen bu kocaman parklar çayırlan, çimenleri, çeşit çeşit ağaçları, gölleri, şelaleleri ile doyulamayacak bir güzellikte. Renk coşkunluğu insanı sarhoş edebilir.

 Bir gün Vincennes’de, yağmurun altında, çıtır çıtır çınar yapraklarının üzerinde saatlerce yürüdüm. Sis var. Gördüğüm manzara rüyaya benziyor. Eğilip eğilip yaprak topluyorum. Kimi büyük kimi küçük, ama herbiri ayrı bir renkte.

 
Renkleri isimlendirmek, kelimelerle ifade etmek istiyorum. Elimle tuttuğum, gözümle gördüğüm şu kuru yaprakların rengine ne Türkçe bir karşılık bulabiliyorum, ne de Fransızca. Şu yaprak yeşil, yeşil ya, ne açık yeşil ne koyu, ne çimen yeşili ne yosun, ne zeytin, ne zümrüt. Öteki yaprak kırmızı gibi lâkin kırmızı değil. Kestane renginden nar rengine geçilen bir yerde morlar var.

 

Maviler, sarılar var. Adını söyleyemiyorum. Mor deyip. Mavi deyip, sarı deyip geçmemeli. Bir morun içinde kaç mor. Bir mavinin, bir sarının içinde kaç mavi. Kaç sarı var. O sürüyle renge yine tabiatın içinde karşılık bulmaya çalışıyoruz. Patlıcan moru, deniz mavisi, kanarya sarısı gibidir. Patlıcanla, denizle, kanaryayla bitmiyor. Renkler üst üste yığılıyor. Vincennes ormanı renk çağlayanı gibi.

 

Bolu ormanlarını düşünün hey, hey!.. Yazın, kışın, ilkbaharın, sonbaharın renklerini!.. Sada verip seslenen dağların rengini!.. Ad bulamıyor, sıkıntı çekiyor, anlatmaya, basit bir şekilde söylemeye çalışıyoruz.

 

Türkçemizi düşünüyorum. Farkına varmadan bazı renk isimlerini kaybetmişiz. İhtiyacımız mı kalmamış onlara, modası mı geçmiş! Uçuşup gitmişler. Yavruağzı, haki, tîrşe, ebrulî bile son günlerini yaşıyor. Alafranga dilde pembenin bir tonuna siklamen, yeşilin bir çeşidine petrol, sarının portakal rengine çalanına da oranj diyoruz. Kurşunî “kurşunsal” olmaktan yakasını güç kurtarıp gri olmuş. Rübilerimiz, türkuazlarımız, lilalarımız da var. Erbabı olanların yakut, firuze ve leylak rengi olduğunu anlıyor. Siklamen de, petrol de, oranj da, gri de, rübi, turkuaz, lîla da fransızca.

 

Dillerin zenginliği, ifade kudreti, eş manâlı dediğimiz ama aslında hiç de eş manâlı olmayan açıklı-koyulu, yaprak-yaprak kelimelerinin çokluğuyla ölçülür. Düşündüklerimizi, hissettiklerimizi inceden-inceye söyleyebiliyor, renk renk ifâde edebiliyorsak dilimiz zengin ve kudretlidir. Düşündüğünü söyleyememek, hissettiğim dile getirememek ne büyük bir ızdırap!

 

Öztürkçe hastalığına yakalanıp dili tutulanların nasıl kıvrandıklarına dikkat edin. Bu ağzı bozukların bir kısmı dil meselelerinden hiç haberi olmayan dil ırkçıları, bir kısmı ilericilik gayretine girmiş gafiller, başka bir kısmı da gençlik telâşına düşmüş, yeni yetmeliğe özenen kompleksli yaşlılar.

 

Hepsinin başında da dil zenginliğine musallat servet düşmanları var. Yeter ki, kelime hazinesi tükensin, kafaca fukaralığa düşülsün. Yeter ki, asırlar görmüş ulu Türkçe o güzelim yapraklarını döke döke kurusun.

 

Bu zoraki yaprak dökümünün, Türkçemizin, dolayısıyla milli kültürümüzün mahvına sebep olacağı, millî birlik ve beraberliğimizi yok edeceği hakikati asla unutulmamalıdır.

Prof. Dr. Beynun Akyavaş

Kaynak

İlgili Gönderiler

1 / 128