B
ugün Türk soyunun dağılımını incelediğimizde ilgi çekici bir tablo ile karşılaşırız. Amerika kıtasında dahi Türkler’e rastlarız. Ancak Türkler’in dünya üzerinde yoğun bulundukları coğrafi bölgeleri, batıdan doğuya doğru aşağıdaki şekildi sıralayabiliriz:
Balkanlar, Türkiye, İran, Kafkasya, İdil-Ural ve Orta Asya: a) Eski Sovyet Orta Asya ve Kazakistan Cumhuriyetleri (Batı Türkistan), b) Çin’nin Doğu Türkistan Bölgesi.
İşte saydığımız coğrafi bölgeler ve onlara komşu yörelerde yaşayan Türkler çok değişik adlarla bilinirler. Bunları, bulundukları devletlere göre şu şekilde inceleyebiliriz.
Bağımsız Devletler Topluluğu’ndakiler : Özbek, Kazak, Azerî, Tatar, Türkmen, Kırgız, Çuvaş, Başkurt, Yakut (Saha), Karakalpak, Uygur, Kırım Tatarı, Kumuk, Gagauz, Tuvalı, Karaçay, Meshet (Ahıska), Hakas, Balkar, Altaylı, Nogay, Şor, Karaim, Kundur ve Dolgan.
İran’dakiler: Azerî, Kaşkay, Afşar, Şahseven, Kaçar, Karapapah, Hamse, Kengürlü, Türkmen v.b.
Afganistan’dakiler: Özbek, Türkmen, Kırgız, Kazak, Karkalpak ve Uygur.
Çin’dekiler: Uygur, Kazak, Kırgız, Salar (Salur), Şibe (Şive), Özbek, Sarı Uygur ve Tatar.
Irak’takiler: Türkmen. Yukarıda saydıklarımızın dışında, Bulgaristan, Romanya, Yunanistan, Yugoslavya,
Batı Avrupa ülkeleri: A.B.D., Avustralya, KKTC ve daha birkaç ülkede de, ekserisi Anadolu kökenli olan Türkler yaşamaktadır. Bu Türkler hakkında daha geniş bilgi vermeden önce, onları birleştiren faktörleri sıralamak uygun olacaktır.
– Türkler’i birleştiren faktörler:
Yukarıda saydığımız değişik ülkelerde yaşayan ve çeşitli adlarla bilinen Türkler arasındaki ortak hususlar bir haylidir. Bizleri birbirimize yakınlaştıran bu ortak hususları, geniş anlamda paylaştığımız coğrafya, İlk ve Ortaçağlara dayanan tarih, dillerimizdeki benzerlikler, geçmişteki kültürel miras ve din olarak özetleyebiliriz.
Coğrafi faktörler: Genel olarak aldığımızda, değişik Türk boylarının, birbirinin coğrafî uzantısı olan Balkanlar, Anadolu, Kafkasya, İdil-Ural, İran, Orta Asya, Kuzey Afganistan ve Batı Çin’de yoğun bir şekilde bulunduklarını yukarıda belirtmiştik. Bu coğrafî bölgelerde yerleşen devletler arasında ideolojik rejim farklılıkları olmakla birlikte, tarihî akış içinde bunun o kadar mühim olmadığı anlaşılır. Diğer bir ifade ile, Türkler dünyanın çok mühim stratejik bir coğrafî kuşağında yaşarlar.
Tarihi faktörler: Yukarıda belirttiğimiz coğrafi bölgeler, Türkler’in at koşturduğu ve imparatorluklar, devletler, beylikler kurdukları sahalar olmuştur. Bu bölgelerden Hunlar, Avarlar, Bulgarlar, Oğuzlar, Peçenekler, Kıpçaklar geçmişler, buralarda Altın Orda, Selçuklu, Timurlu ve Osmanlı imparatorlukları şan ve şerefle hükmetmişlerdi. Timur İmparatorluğu’nun sınırları Ankara’dan Delhi’ye ve Kaşgar’a, Selçuklu İmparatorluğu’nun Batı Anadolu’dan Sır Derya’ya, Türk-Moğol İmparatorluğu’nun Polonya’dan Suriye’ye ve hatta Pasifik’e uzanıyordu. Osmanlı İmparatorluğu ise üç kıtaya yayılmıştı. Bu devirde değişik Türk boyları arasıda mal, fikir ve kültür mübadelesi çok sıkı idi.
Dil faktörü: Türk soyuna mensup toplulukları bugün birbirlerine en yakın kılan faktör, belki de dillerin birbirine çok yakın olmasıdır. Tabiî ki, değişik Türk boyları ile anlaşmamız değişik seviyelerde olmaktadır ve bazılarını hemen hemen hiç anlayamamaktayız. Ancak bazıları ile daha kolay anlaşmaktayız. Bu da dillerimizin aynı kökten, yani Ana Türkçe’den yayılmış olduğunu göstermektedir.
Dünyada belki de hiçbir soyun milletleri bizler kadar birbirleriyle anlaşabilme şansına sahip değildirler. Ancak bu anlaşmanın genelde asgarî seviyede olduğunu da vurgulamamız gerekmektedir. Söz konusu problem, asırlar boyu aramızda süregelen kopukluk ve her Türk lehçe veya şivesinin kendi içinde gelişmesi ve zenginleşmesinden kaynaklanmaktadır.
Kültürel faktör: Bilhassa geçmişimizde, hepimiz için hâlâ ortak olan bir hayli eser meydana getirilmiştir. Ahmet Yesevî, İbni Sina, Dede Korkut, Köroğlu, Fuzulî, Nasreddin Hoca ortak değerler ve kavramlar olarak yaşamaktadırlar. Buna benzer örnekleri kolaylıkla artırmamız mümkündür. Bu da geçmişimizde bugüne nazaran daha fazla kültürel ortaklıklarımızın olduğunu ispatlamaktadır.
Din faktörü: Türkler’in büyük çoğunluğu X. ve XI. Yüzyıllarda, bazıları daha sonra, İslamiyeti kabul etmişlerdir. Bu yeni din, onlarda yeni örf ve âdetlerin gelişmesine, yeni bir dinî edebiyatın doğmasına sebep olmuş ve zamanın akışı içinde ortak manevî değerlerin oluşmasına hizmet etmiştir. İslâmiyet, Türkler’in yabancı müstevlilerin içinde erimelerine de mani olmuştur.
Yukarıda sayılan bütün bu faktörler, değişik Türk topluluklarını, aralarındaki mesafeler ne kadar uzak olursa olsun, birbirlerine yakınlaştırmada mühim rol oynamamaktadır. Ortak faktörlerin çok olması, diğer soylarda örneği görülmeyen bir dayanışmayı sağlayacaktır. Ancak bunun bütün Türkler’e anlatılması gerekmektedir.
– Türkler’i Ayrıştıran Faktörler:
Rejim ve ülke farklılıkları: Yeryüzünde değişik adlarla bilinen ve nüfus toplamı 180 milyonu aşan Türk topluluklarını birleştiren bu faktörlerin yanısıra, son zamanlarda sıklaşan temaslarımız neticesinde, bazı farklılıklarımız olduğunu da fark etmeye başladık. Birtakım önyargılarla hareket ederek, gereksiz tatsızlık ve incinmelere yol açmamak için, bunları da bilmek ve dikkate almak zorundayız. Yanlış yorumlarla hasıl olacak kırgınlıklar, ancak düşmanlarımızın işine yarar.
Coğrafî olarak, Türk topluluklarını batıdan doğuya doğru incelediğimizde, ekserisinin sosyalist rejimli ülkelerde yaşadıklarını görürüz. Yugoslavya, Romanya ve Bulgaristan’da 1945’ten 1990 sonuna kadar, (eski) Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde 1920’den 1991’in sonuna kadar ve Çin Halk Cumhuriyeti’nde ise 1945’ten bugüne kadar tek parti hakimiyetine dayanan sosyalist rejimler mevcuttu.
Türkler’in yoğun olduğu İran İslâm Cumhuriyeti, Afganistan, Suriye ve Irak’ta da diğer totaliter rejimler bulunmaktadır. Kısaca, Türk topluluklarının büyük çoğunluğu, çok uzun yıllar demokrasinin nimetlerinden yararlanamamışlardır. Bu da onların fikir, duygu-düşünce yapılarının, yaşayış tarzlarının, dünya görüşlerinin, devlete olan münasebetlerinin ve hatta çalışma anlayışlarının bizlerden çok farklı gelişmesine sebep olmuştur.
Alfabe, dil, edebiyat farklılıkları: Bilindiği üzere Türkler, tarihlerinde sırasıyla Göktürk, Uygur ve Arap harflerini kullanmışlardır. Bugün ise, Türk dünyasında genelde üç değişik alfabe kullanılmaktadır: Latin, Kril (yâni Rus) ve Arap harfleri…
Latin harfleri, Türkiye ve onun doğrudan doğruya kültürel etkisinin bulunduğu Balkan Türkleri tarafından kullanılırken, eski Sovyetler Birliği’ndeki Türk toplulukları, Rus alfabesi esasına dayanan Kril harflerini kullanmak zorunda bırakılmışlardır. Arap harflerine gelince, Arap (ve İran) ülkelerinde ve Çin Halk Cumhuriyeti’nde yaşayanlar kullanmaktadır. Başka bir ifade ile, bizler onların eserlerini, onlar da bizim eserlerimizi okumaktan mahrum edilmiş durumdayız.
Anlaşmamıza set çeken diğer bir husus, bu alfabe meselesinin dışında, yazılı edebiyatlarımızdır. Tarihin ilk dönemlerinde, yâni hepimiz anayurdumuzda yaşarken, “Ana Türkçe” kullandığımızı tahmin etmekteyiz. Ancak tarihin akışı içinde birbirimizden uzaklaştıkça ve değişik siyasî yapılara kavuştukça, “Ana Türkçe” de ortadan kalkmış veya geniş çapta değişikliğe uğramış ve her Türk topluluğu kendine has değişik dil, lehçe veya şivelere sahip olmuştur. İşte, bu yeni dillerde yazılan eserleri anlamak, günümüzde hayli zorlaşmıştır.
Her ne kadar ortak kelimeler mevcutsa da, bunların yazılış şekilleri değişmiş, benzer kavramlar için değişik kelimeler kullanılmaya başlamıştır. Meselâ, Orta Asya’da “teşekkür” yerine “rahmet” sözü kullanılmaktadır. Bunu ilk duyduğumuzda, kafamız karışmaktadır. Şu anda birbirimizin edebî eserlerini anlamamız için, onların Lâtin harflerine aktarılması kâfi gelmemekte, çevirmemiz gerekmektedir.
Kültürel farklılıklar: Son üç çeyrek asırda Türkiye ile bilhassa eski SSCB’deki Türk toplulukları arasında hiçbir çeşit kültürel münâsebet olmamıştır. Oradaki topluluklar, güçlü Rus kültürü ve dilinin etkisinde kalmışlardır. Opera, bale gibi sanat dallarında bazıları dünya çapında şöhret kanan sanatkârlarla sahip olmuşlar, folklorda gıpta edilecek bir profesyonelliğe ulaşmışlardır.
Eğitim seviyeleri çok yüksek olup, okuma-yazma bilmeyenleri yok denecek kadar azdır. Bununla birlikte, okuma sevgisi bizleri hayrete düşürecek kadar yüksektir. En ufak Türk topluluklarına mensup şâir ve yazarların eserleri dahi, Türkiye ölçülerine göre çok yüksek tirajda basılmaktadır.
Yemek kültüründe de bazı farklılıklara rastlamaktayız. Meselâ bizde hiç yenmeyen at eti çok makbuldür ve kısrak sütü “kımız”, millî içki durumundadır. Rusların etkisi ile alkol tüketimi de hayli yüksektir.
Siyasî farklılıklar; Son yıllarda bağımsız Türk cumhuriyetlerinin sayısının artması, Türkiyemizin bu Türk toplulukları ile ilişkilerini milletlerarası hukuk açısından belirlemesini gerektirmiştir.
Birinci kategoride; Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olup da hâlen yabancı ülkelerde yaşayan takriben 3 milyon Türk bulunmaktadır. Türkiye, bu vatandaşlarının hak-hukuklarını kollamak ve onlara karşı yapılan adaletsizlikleri ilgili ülkeler nezdinde çözüme kavuşturmakla mükelleftir.
İkinci kategoride ise; ikili andlaşmalar çerçevesinde azınlık hakları garanti altına alınan Bulgaristan ve Yunanistan’daki Türkler gelmektedir.
Üçüncü kategoride; doğrudan doğruya siyasî ilişkiler kurduğumuz KKTC ile bağımsızlığını yeni kazanan beş Türk cumhuriyeti bulunmaktadır.
Dördüncü kategoride; yoğun olarak Rusya Federasyonu (Tatar, Başkurt, Çuvaş v.b.), Ukrayna (Kırım Tatarları), İran İslam Cumhuriyeti (Azerî, Kaşgay, Afşar v.b.). Çin Halk Cumhuriyeti (Uygur, Kazak v.b.) ve Afganistan, Irak, Suriye gibi Arap ülkelerinde bulunan, kendileri ile herhangi resmî ilişkiye giremediğimiz, haklarını hiçbir şekilde kollayamadığımız Türk toplulukları yer almaktadır.