Kültürümüz

Türk Dünyası Ortak Alfabe Mes’elesi ve Osmanlı Türkçesi

S
on yüz senedir, zaman zaman, Türk ülkelerinin ortak bir alfabesi arzu edilmekte ve bu yolda bir ilerleme sağlanması için samimî bir talep oluşmakta, fakat her seferinde bu isteğin fiiliyâta geçirilmesi bir türlü mümkün olmamaktadır. Türkçe konuşan ülkelerin bir alfabe birliğine gitmeleri, milliyetçi aydınlarımız arasında hep gündemde kalan bir mes’ele olmuştur. 
Osmanlı Türkçesini kullandığımız devirde böyle bir mes’ele yoktu. Kullandığımız alfabe, bütün Türk dünyası için de ortak alfabe idi. Şimdi Türk cumhuriyetleri peyderpey Latin alfabesine geçiyor. Fakat, alfabe birliği yine de sağlanamıyor. Zira, her ülke kendine göre, diğerlerinde olmayan harfleri, alfabelerine alıyor, bazı harfleri de farklı sesler için kullanıyor.
Türk Devletlerinin ortak alfabe olarak Latin harfleri üzerinde çalışmaları, netice vermesi zor bir yol. Zira hiçbiri kendi kültür alfabelerini,  kabul etmiş oldukları Latin alfabelerine tam olarak çevirmiş değil!
Türkiye olarak, bütün Türkler bizim kullandığımız alfabeyi kabul etsin dense de, birçok sesin karşılığı bulunmayan alfabe, genel kabul görmekten uzak kalıyor. Zira, bugün kullandığımız Latin alfabesinde, Osmanlı Türkçesinde bulunan tam onbir sessiz harfin karşılığı bulunmuyor. 
Alfabemiz, edebiyatımızı ifadede yetersiz kalıyor. Türkiye’de kullanılan Lâtin alfabesinin büyük bir eksikliği, onbir harfi kaybetmiş olmamız. Bunlar, sad, dad, zâl, zı, kaf, tı, ayn, se, sağır kef (kâf-ı nûnî), ha ve . Bu ne ma’nâya geliyor, birkaç misâlle görelim:
Hâtıb (ha ve tı ile): Odun toplayan, oduncu
Hâtıb (hı ve tı ile): Hitâb eden
Hatîb (hı ve tı ile): Hutbe okuyan, güzel ve düzgün konuşan
Kesif (kef ve peltek se ile): yoğun,
Kesif (kef ve sin ile): kirli, bulanık.
Hasret (ha ve sin ile): Ayrı kalmak, kavuşamamak.
Hasret (hı ve sin ile): Zarara, ziyâna uğramak.
Hasr etmek (ha ve sad ile): mahsus kılmak, vakf etmek
Bu kelimeler karıştırıldığı için, bir müddet sonra kullanılamaz oluyor. Kullanılınca da ayırdedilemiyor.
Bu kelimeler Arapça diyebilirsiniz. Bir de Türkçe kelimeler arasındaki karışıklıktan misâl verelim:
Bin (kâf-i nûnî ile) : Bin sayısı
Bin (nun ile) : Üzerine çıkmaktan emir
Bu kâf-i nûnî, ne Arapça’da, ne de Farsça’da var. Türkçe’ye mahsûs bir harf iken, o da Latin esaslı alfabede yer bulamamış.
Peki çare ne diyeceksiniz. Çare, Osmanlı Türkçesi alfabesinin, bütün Türkler arasında, resmi alfabelerinin yanısıra, ortak bir alfabe olarak kabul edilip, bu alfabe ile yazılan ve ortak kültür mirasımızı teşkil eden eserlerin yeniden yaygınlaştırılması olabilir.
Herşeyi devletten bekleme alışkanlığı bırakılsa, ya hep ya hiç düsturunda da ısrarcı olunmasa, İnsan Hakları Eylem Planı çerçevesinde, Osmanlı Türkçesi alfabesinin, bütün Türk Dünyası için resmi olmasa da, bir “Ortak Kültür Alfabesi” olarak kabul edilse, faydalı olmaz mı?
Alfabe, evvel emirde bir kültür işaretidir. Bir milletin alfabesi, hangi kültüre ait olduğunu gösteren bir bayrak gibidir. Kiril alfabesi deyince hemen hatırımıza Ruslar, Latin alfabesi deyince hıristiyan Batı dünyası, Arab alfabesi deyince de müslümanlar gelir. 
Alfabe, ait olduğu kültürü, yeni nesillerin beynine âdetâ kazıyarak yerleştirir. Kur’ân-ı kerîm talebeleri eğer başka bir alfabe öğrenmeden bu işe başlamışlarsa, küçük yaşda aldıkları bu alt yapıyı, ömür boyu unutamazlar. Belki de onun için toplumda, hangi alfabeyi önce öğretmeli tartışması devam ede gelmektedir.
Osmanlı Devletinin yıkılmasından sonra, bütün dünyadaki müslümanlar, arap alfabesinden latin alfabesine geçmek modasıyla karşı karşıya kaldılar. Ülkeler, farklı zamanlarda, farklı metodlarla bu süreci yaşadı. Ba’zı ülkelerde iki alfabe aynı anda kullanılırken, başka ba’zı ülkelerde, arap alfabesi yasaklandı. Hattâ ba’zılarında, mevcut eserler toplatılıp imhâ edilerek, milletin geçmişle bağlantısının koparılması gibi uygulamalar da görüldü. Bu son metodun, ayrıca üzerinde durulması gereken siyâsî bir yönü de olduğundan, bu makalemizin konusu dışındadır.
Arapça, bütün insanlığa, Rabbimizin son kitâbının lisânıdır. Ona yabancı demek, geçmişimize hakarettir. Arapça ve Farsça, ana dilimiz olmasa da, bizim kültür dillerimizdir. Batı kültürünün tesirinde kalanlar Latince’ye özeniyor ve hiç yadırganmıyor. Biz de, kültürümüze sahip çıkmalı değil miyiz?
Arap alfabesi, Türkçe’yi tam ifâde etmiyor” diyenler var. Farsçada g, p, ç, j hafleri için ilaveler yapılmış. Türkçede, Farsçaya ilave olarak “sağır kef (kâf-ı nûnî)” kullanılmış. Urducada, Uygurcada başka ilaveler var. İstenirse yeni ilaveler yapılabilir. Latin alfabesi de, her dilde, ilâvelerle kullanılıyor. Osmanlı, gerektiği kadar ilâvelerle bu harfleri kullanmış. Dünyanın bütün dilleri için de kullanılabilir. Doğu Türkistan Uygur Türklerinin 20. yüzyılda kabul ettikleri yeni alfabelerinde, ince ve kalın sesliler dahil, en ince teferruatına kadar bütün harfler var. Günlük yazışmalarda bu kadar teferruata ihtiyaç olmasa da, gerektiğinde her türlü sesin, Arap alfabesiyle de ifâde edilebileceğinin bir nümûnesi olarak görülebilir.
Dünya hep bugünkü gibi değildi. Bir zamanlar, Avrupa dilleri de Arab harfleri ile yazılırdı. Bu metinlere Aljamiedo ismi veriliyor. Arabçanın, ilim dili ve üst kültür tanındığı devirler…
Osmanlı Türkçesi, istenirse, harekesiz olarak, büyük bir sür’atle yazılabilir. Bu tarz yazı, steno yerine geçer. Harekeler konur va daha detaylı yazılırsa, istenen hassasiyet sağlanır. Böylece not tutulurken çabukluk sağlanır. Sonradan harekeler ilave edilerek, yazı tamamlanır. Latin harflerinde bu imkân yoktur. Sesli harfler yazılmadan çabukluk sağlansa bile, sonradan sesli harfleri yazmak için, boşluk bulunamaz.
Kur’ân-ı kerîmi okumayı, bütün dünya müslümanları, küçük yaşta öğrendikleri için, kendi öz dillerini bu harflerle yazdıklarında, kendi aralarında ortak bir alfabeleri olmuş olur. 
Alfabe, her milletin kendi inandıkları semâvî kitâbları ile yakından alakalıdır. Bu aynı zamanda bir kültür tercihidir. Bunun için geçmişden günümüze İranlılar, Türkler, Hind müslümanları, Kürtler, Çerkezler, Boşnaklar, Arnavutlar, Berberîler, daha birçok kavimler, hattâ müslüman İspanyollar hep Kur’ân-ı kerîmin indirildiği Arap alfabesini kullanmışlar, kendi dillerine uygun harfler ilâvesiyle, kendi alfabelerini meydana getirmişlerdir. Kitablarında, Kur’ân-ı kerîmin kelimelerini, yani Arapça kelimeleri, kendi telaffuzlarına göre değil de, aslî hâliyle yazmaya itina göstermişlerdir. Böylece Arapça kelimeler, bütün müslimanlar arasında birliği sağlamıştır. İlâve etdikleri harfler de, hangi kavme ait olduklarını bildiren birer işâret olmuştur.
Eksik harflerin alfabemizde bulunmaması ve telaffuzunun da zamanla unutulması, yabancı dil öğrenmemizi de zorlaştırıyor. Çok emek verip İngilizce öğrenenler bile, her cümlede geçen “the” kelimesini telaffuz edemiyor.
Avrupa dillerinde boğaz harfleri var. Fakat biz bunları alfabeden çıkarttığımız ve telaffuzunu da unuttuğumuz için, ancak tecvid öğrenenler, bunları kolayca çıkarabiliyor.
Lâtin alfabesinde de Q, X, W gibi sessiz harfler olduğu gibi, bazı sesler iki, hattâ üç harfle ifade edilebiliyor. Bunlar alınmamış, onbir sessiz harf de atılmış olunca, Türkçe ifâde kâbiliyeti bakımından, bir kabîle diline benzemeye başlıyor. Halbuki, günümüz Türkçesine göre eksik harfleri olan Orhun alfabesinde bile, on sessiz harfin hem kalını hem incesi var.
Aşağıdaki örnekler İspanyolca:
resim

İlgili Gönderiler

1 / 65