il bir bakıma anlaşma vasıtası gibi görünürse de, sadece bir vasıta değil, cemiyetin şahsiyetine bağlı canlı bir içtimaî müessesedir. Onu her insan veya zümre istediği gibi keyfince değiştirip kullanamaz. Çünkü o nesillerin mazisine dayanan, feyzini oradan alan ve ileri nesillere doğru meyvesini uzatan canlı bir varlıktır.
Dil değiştirilemez ama inkişaf eder, gelişir, bunda içtimaî, kültürel, tarihî, coğrafî âmillerin tesiri olur. Lisan ağacının kökü milletin mazideki sinesine bağlı, dallan muhtelif istikametlere uzanmıştır. Bu ağacın yaprakları kelimelerdir. Yapraklar mevsim, mevsim dökülür, yenileri gıdasını kökten gelecek özsudan alarak doğar. İçinde bulunduğu şartlara göre açılır, gelişir. Ancak kelimeler için mevsimler nesiller boyu sürer. 60-70 senede bir nesil kaybolur, yeni bir nesil doğar.
Değişen nesiller kelimelerden pek azını götürür, çünkü kelimeler boş birer kalıp değil, düşünce, bilgi, duygu cevherini bünyesinde yaşatan canlı varlıklardır. “Ancak milletlerin başka milletlerle olan medenî ve içtimaî münasebetleri yeni mefhumlar ve dolayısıyla, bunlarla beraber kelimeler getirir. Dil bunları bünyesine alır ve kendine mal eder (assimile).”
Ayrıca ferdler arasındaki düzeni, münasebeti, düşünce birliğini, sevgiyi temin eden, bize anlaşma, bize sevişme, bize maşeri heyecanları ifâde imkânlarını veren de odur. Bir elektrik seyâlesi gibi bir anda gönülleri, kafaları dolaşıp fertleri bu canlılık içinde birleştiren gene dildir. Ferdin uzviyetini temin eden, düzenini sağlayan nasıl ruh ise, cemiyetin ruhu da dildir.
Hülâsa; milletin millet olarak devamında birinci derecede dil hizmet etmiştir. Yıllardanberi bu mukaddes varlığımıza “anamızın sütü” kadar temiz ve tatlı türkçemize için için bir su-i kasd hazırlanmaktadır.
“Öz Türkçecilik” gibi parlak bir maske ile karşımıza çıkan bu taaruzun gayesi; Uydurma kelime yoluyla manâyı ve mefhumları zayıflatmak, ahengini bozmak, Öztürkçe ismiyle inkişâfını durdurmak, devrik cümle ve devrik terkip modasıyla düşünce sistemimizi karıştırmak. Ve bu suretle dilimizi yok etmektir.
Bu taarruza; dilimizi milletçe iyi bilmek hiç bir moda ceryanının aldatıcı sözlerine kanma¬dan şuurlu olarak kullanmak suretiyle karşı koyabiliriz.
Şu halde birinci derecede dil âlimlerimize düşen vazife dilimizin sağlam ve pratik bir gramerini hazırlamak, Türk maarifine, hocalara düşen vazife de Ana dil öğrenimine hakikî ve ilmî esaslara dayanarak mutlak bir birlik ve beraberlik içinde yer vermektir. Her milletin resmî bir kültür dili vardır buraya diyalektik girmez, çocuklarımıza evvelâ doğru ve düzgün bir Türkçe öğretmek lâzımdır.
Mekteplerimizin her birinde, hatta bir mektebin her sınıfında ayrı bir dil anlayışıyla yapılan türkçe ve edebiyat dersleri ve maksatlı hazırlanmış kitaplar dilimizin ve dolayısıyla milletimizin istikbâlini tehlikeye götürecektir.
Bu mücadelede sanat ve fikir adamlarımızın günümüzün basın ve yayımını idare edenlerin de şuurlu bir dil ve millet sevgisiyle iş başında olmaları, tehlikeleri görmeleri beklenir.
Netice olarak:
Dil muayyen zümrelerin ve fertlerin istedikleri gibi serbestçe tasarruf edebilecekleri bir meta değildir. Milletin ruhunu teşkil eden maşeri ve canlı bir varlıktır. Dil millî varlığımızın temelidir. Bu temeli yıkmak nesilleri, hatta fertleri birbirinden ayırmak, milleti yok etmektir. “Bunu düşünerek dile çevrilen her taarruza karşı uyanık olmak, karşı koymak vatan topraklarını korumak gibi, bayrağımızı, istiklâlimizi, varlığımızı korumak gibi her Türk için millî ve mukaddes bir vazifedir.”
Nermin Pekin