eçenlerde bir akşam yazıları
karıştırırken rahmetli babam Ragıp Akyavaş’tan, çocukluğumda dinlediğim ve dinlerken ağladığımı
hatırladığım bir harp hikâyesini yine gözyaşlarımı tutamadan okudum. Yazıyı
buraya olduğu gibi alıyorum:
“Karanfil diyâri Tire, İzmir
vilâyetine bağlı büyük bir kazanın merkezidir. İzmir’in altmış kilometre güney
doğusunda bulunan Tire’de bilhassa karanfilin en nâdîde çeşitleri yetişir.
Tireliler târihte muhârip olmakla şöhret yapmışlardır. Aydın bölgesinin yiğit
ve güzîde askeri sayılmakla temâyüz etmişlerdir.
Tire’nin Mûsâlar köyünden
Tulumcuoğlu Mehmed’i bu arada rahmetle yad etmek isterim. Meşrutiyetin ilânından hemen sonra Yemen’de çıkan isyânı bastırmak üzere İzmir ve havalisinin
redifleri silâh altına alınıp Yemen’e sevk olunmuşlardı. Bir kısmı da
Medîne’deki muhâfız taburlarına verilmişlerdi.
Yemen bu!… Anadolu’nun hiçbir
köyü yoktur ki Yemen denilince gözyaşı dökmesin. Sevgisi halâ gönlümden
çıkmayan Tireli Mehmed ile Medîne’den Romanya’ya kadar gelmiştik.
Mehmed Tire’nin Mûsâlar köyünde
doğmuş, çocukluğunu karanfil diyârında geçirmiş, ilk gençliğini susuz Yemen çöllerinde,
cehennem gibi üfleyen Hicaz kumsallarında eritmişti. Mehmed ile birlikte Tih
sahrâsını dolaştık. Çanakkale’de kaç defa ecelle karşılaştık.
‘Annem beni yetiştirdi bu
ellere yolladı türküsünü’ söyleye söyleye ne O’nun ne de benim hiç
görmediğimiz bilmediğimiz İbrâil’e geldik. Mehmed’i Romanya’da öteki
Mehmed’lerle birlikte Baldovinesti köyüne gömdük.
Mehmed benim emir neferimdi. Tire
medreselerinde bir miktar okumuş, oldukça uyanık bir Aydın uşağı idi.
Vefâkârlıkta her Türk çocuğu gibi emsalsizdi. Ondan Tire’ye âit çok şeyler
dinledim. Onun hikâyelerinin tesirinde kaldığım için içimde Tire’ye karşı bir
hasret duyarım. Bugüne kadar bu arzumu tatmin edecek bir imkân bulamadım.
Yağmurlu geçen bayram günlerinde
iç sıkıntısından muhtıra defterimi karıştırıyordum. Bir insanın hatıra
defterinin olması ne güzel şeydir. İnsana neler hatırlatıyor neler… Bu dünyadan
bize kalacak olan da acı veya tatlı hatıralar değil midir? Yaşı benimkine
yaklaşan o fersude defterin yapraklarını çevirirken Mehmed’in o asil ve kahraman
sîmâsı gözümün önüne geldi. Sered nehri kıyısındaki zeminlikten gelen karanfil
üzerine söylenmiş mânileri, yanık sesi kulağımda akisler meydana getirir gibi
oldu. Benim karanfili sevdiğimi bilen Mehmed ekseri memleket türkülerini
karanfil üzerine seçerdi:
Karanfil katar oldu
Ayrılık yeter oldu
On beş aydır görmedim
Ölümden beter oldu
Zavallı Tulumcuoğlu karanfil
diyârı Tire’sine kavuşmaktan iyice ümidi kesmişti. Hangimiz kesmemiştik ki!…
‘Gayri Tire’yi göremeyeceğiz gibi
geliyor bana’ derdi. Hakikaten de öyle oldu. On beş gün sonra ileri hatlara bana
sefertası ile yemek getirmek üzere gelirken bir kör kurşunun isabetiyle
yuvarlandı gitti. Mübârek naaşını bir gün evvel kendi gibi şehit olan teğmen Fuad’ın tümseğinin yanına uzattık. Kabrine indirirken
dudaklarından damla damla kan geliyordu. Bu damlalar belki de ruhundan kopmuş
birer karanfildi. Allah rahmet eylesin.”