K
ırım Tatarları, 70 yıl önce Stalin’in emri ile yüzlerce yıllık vatanlarından bire kadar sürüldüler. Hayvan vagonlarına tepeleme doldurulan insanların büyük bir bölümü yol şartlarında vefat etti. Kalanları geniş Sovyet imparatorluğunun muhtelif bölgelerine dağıtıldı…
1990’lı yılların başında Taşkent’te, yaşlı bir Kırımlı yazarın ısrarla bizimle görüşmek istediği söylendi. Elbette, kendisi gelip görüşebilecek kadar hareket edebilse, misafir hukukuna riayet eder, gelir bizi bulur ve görüşürdük. Anlaşılan, hareket kabiliyeti kalmamış birisiydi. Biz sürekli gezip dolaşıyor, arada bir çıkıp Semerkand’a, Buhara’ya veya Türkistan’a (Yesi) gidiyorduk. Bu yazarın dâvetine bu yüzden bir hayli geç cevap verebildik. Ya da, hüzünlü bir karşılaşma olacağını hepimiz hissetmiştik; belki de ondan bu buluşma gecikmişti…
Göz Yaşları İçinde Karşıladı
Yaşı seksene yakın yazar bizi gözyaşları içinde karşıladı. Şâmil Alaaddin Kırım Tatarlarının yaşayan ünlü yazarlarından biri idi. Şiir, hikâye ve romanlar yazmış, yayıncılık yapmış Şâmil Alaaddin’in kısa olmayan hayatında iflas eden, hükmü kalmayan o kadar çok şeyle haşır neşir olmuştu ki, son demlerinde, yalnızlaşan çevresinden öteye bir hamleyle ulaşmak istiyordu. Kırım’ın, Kırımlının Türkiye’ye hasreti âdeta bizim için Şâmil Alaaddin’de tecessüm etmişti.
Yazarın anlattıklarının “hatıra” mı, “roman” mı olduğu hususunda hâlâ kararsızım. Roman olsa daha müsterih olacağımdan mı nedir, kararsızlığım o zamandan bugüne sürüp gitti. Kırımlı genç yazar, insana hoş gelen birçok şey -mesela “eşitlik” gibi- vaad eden sosyalizme gönülden bağlanmıştır. Şiirleri resmî yayınlarda yer almış, rusçaya çevrilmiş ve nihayet, genç yaşında Kırım Yazarlar Birliği’nin başkanı olmuştur. O yıllar, 2. Dünya savaşı yıllarıdır… Sosyalizme inanmış yazar, evini, ailesini bırakır, gönüllü olarak savaşa katılır. Cephelerde savaşır, yaralanır; nişanlar, madalyalar alır ve savaş bitince vazifesini tam mânasıyla yapmış kahraman bir yoldaş olarak müsterih şekilde evine dönmek üzere yola çıkar.
Evine yaklaştıkça heyecanı katlanarak artar. Evi görüş mesafesine girdiğinde bu heyecanın daha da şiddetlenmesi normaldir. Bu heyecanla evinin pencerelerinden bakınca ailesinden kimseler yerine başka şahısları görür. İlk intiba olarak bunların misafir olabileceğini düşünür. Bu hisler içinde kapıyı çalar, hatta zorlar.
“- Burası benim evim değil mi? Bu eşyalar, hatta bu süpürge, o şemsiye benim değil mi? Sizin benim yuvamda ne işinizi var!” gibisinden şeyler söyler.
İçeridekiler bu heyecanlı ve öfkeli adamın sözlerinden, hâl ve tavırlarından tınmazlar. Artık o ev, içinde bulunanlarındır; devletçe belirlenen yeni sahiplerinindir. Gönüllü olarak savaşa giden, rejim için hayatını ortaya koyup yaralanan, nişanlar, madalyalar alan kahraman yoldaş Tatar’ın evi eşyalarıyla birlikte hükümet tarafından bir Yahudi ailesine verilmiştir.
Peki ev böyledir de, evin sâkinleri ne olmuştur? Onlar da apar topar hayvanlara mahsus yük vagonlarına tıkılarak tehcir edilmiştir… Şâmil Alaaddin aynı yolun yolcusu olarak Özbekistan’ın yolunu tutar. Orada ailesini bulur, onların insanlık için ibret olan tehcir macerasını öğrenir… Evinden olmuştur, vatanından olmuştur… Her şeye sıfırdan başlamaktan başka çaresi yoktur.
…Ve Bugün!
20. yüzyılın en vahşi tehcirine maruz kalan Kırımlı kardeşlerimiz hep o güzel ülkenin hasretini çektiler. Vatana dönmek için mücadeleye giriştiler. Altı aylık bebek iken sürgün edilen Mustafa Abdülcemil bu hareketin önderi haline geldi ve “Kırımoğlu” adıyla anıldı. 1990’lı yıllarda Kırım Tatarları yurtlarına dönmeye başladılar. Ukrayna hükümeti gereken kolaylığı gösterse idi, herhalde daha fazla Tatar ülkesine döner ve Rus nüfusunu dengeleyebilirdi. Bu mümkün olmadı…
Ne oldu peki? Bundan sonrası günümüzün konusu… Ukrayna’da meydana gelen karışıklıklar sırasında, Kırım’daki Rus çoğunluğu Rusya’ya ilhak kararı aldı… Elbette bu kararın oluşmasında Moskova’nın hatırı sayılır bir rolü vardır. Bir devlete ait topraklar el değiştirdi. Rusya tekrar Karadeniz kıyılarında hâkimiyetini tesis etti. Batı, ABD, NATO protestolar ve ambargo tehdidinden başka bir şey yapamadı. Ana yurtlarında zor şartlarda yaşayan Kırım Tatarlarını şimdi daha zor günler bekliyor.
“Ne yapılabilirdi?”nin çok fazla cevabı yok aslında.
Türkiye Rusya’nın yeni yayılma siyaseti karşısında tek başına bir güç sayılabilir mi? Bu soruya “evet” demek mümkün değil. Eğer kendimizde böyle bir güç vehmetse idik, bir karşılığımız olurdu. Ancak batı dünyasının Rusya’ya karşı geleneksel siyasetinde medet umulabilir, fakat şu sıralar ABD’nin ve Avrupa’nın böyle bir belirgin siyaseti olmadığı anlaşılıyor. Kırım bir tarafa, Ukrayna’nın kuzeyinde ve doğusundaki bazı bölgeler daha Rusya’nın kontrolüne geçebilir. Daha da ötesi, Ukrayna tamamen haritadan silinebilir! Kırım halkının, meselelerini Türkiye’den başka dünya gündemine sokabilecek dayanakları yok. Türkiye için bu stratejik hesapların ötesinde bir mecburiyet.
Kardeşlik, dindaşlık ve tarih birliği Türkiye’yi buna mecbur ediyor. Fakat, Kırım’da olup bitenler konusunda Türk kamuoyu beklenen tepkiyi gösteremedi ne yazık ki. İşte tehcirin 70. yıldönümündeyiz ve Türkiye’nin meydanları bu meseleyi yüksek sesle haykıran kalabalıklarla dolmalıydı…