B
ursa yolundaki tabela dikkatinizi çekti mi bilmem. “Gemlik’e doğru denizi göreceksin, sakın şaşırma!”
Poçitel de öyle, birdenbire çıkıveriyor karşınıza. Bir tarafta kartal yuvasını andıran sarp tepe, bir tarafta zümrüt yeşili Neretva. Kalesiyle, kulesiyle, hanı, hamamı, camisiyle şirin bir kasaba!
Hiç bozulmamış, sanki zemberek durmuş da, kalakalmış 15’inci asırda. Buradan 30 km daha giderseniz deryaya çıkıyorsunuz. Adriyatik kıyılarına… Zaten Poçitel başlangıç demek. İki şekilde başlangıç Osmanlı hududu burada başlıyor, biiir.
İkincisi de Poçitel bu iklimde kurduğumuz ilk belde. İlk imza. Osmanlı, “Bu ne ki” demiş, “Görün bakın neler yapacağız daha!” Dedelerimiz estetiğin doruklarını zorlamış, tablo çizmişler âdeta… Ki mimarlar onu yeryüzünün en iyi minyatür şehirlerinden biri sayıyor. Şu anda UNESCO korumasında.
Eskiden De Boşnak’tı
Tarihçiler kalenin 1383 yılında Bosna Kralı 1. Stjepan Tvrtko tarafından inşa edildiğini söylüyor. O zamanlar küçük bir karakol tabii, asayişe vaziyet ediyor kendi çapında. Osmanlı havalide dolaşmaya başlayınca Macar Kralı Korvinus tarafından tahkim ediliyor. Fayda etmiyor o başka.
II. Murad Han’ın, Sancakbeyi Hamza Bey Obrenoviç tarafından fethediliyor (1444). Ecdat genişletiyor, geliştiriyor sil baştan kuruyor.
Osmanlı, kale bedenleri arasına sıkışıp kalmıyor, taraça taraça iniyor, ilişiveriyor Neretva kıyılarına. Derken Poçitel, civar köylerin pazarı oluyor; meyveler, sebzeler ve hayvanlar alıcı bekliyor. Sanatkârlar gün boyu tıkırdıyor dükkânlarında.
Evliya Çelebi seyahatnamesinde Poçitel’i “küçük ama muhkem bir kale” diye tarif ediyor. Surlarını, burçlarını, tarihî camiini ballandırıyor. Ona göre ambarları erzak dolu, kapılarını kapasa aylarca dayanabilir kuşatmaya.
Seyyahımız kervansarayı ve saat kulesini göremiyor. Belde bilahare canlanıp gelişiyor zira.
Gayretli Kethüda
Köprülü Fazıl Ahmed Paşa’nın kethüdası Şişman İbrahim Paşa, Poçitel’i çok seviyor. Hadzi Alijina Djamiza (Hacı Aliya Camii’ni) onartıyor. İlaveten han, hamam, mescid, medrese, imaret ekliyor.
Açlar doysun, yorgunlar uyusun diyor, yolcunun meşrebine menşeine bakılmıyor. Alımlı konağından tanıdığımız kaptan (Gavran Kapetanoviç) işleri deruhte ediyor.
Mostar Dubrovnik yolcuları da burada mola veriyor. Blagay tekkeye giden dervişler, uğramadan edemiyor. Hersek vilayeti sadece Poçitel’den ibaret değil, Akova, Taşlıca, Kolaşin, Şarancı, Drobnjak, Yançe, Nevesinye, Nikşiç, Lubinye, Trebinye, Stolac, Blagay, Duvno ve Mostar şehirleri de serpilip güzelleşiyor.
Bosna Hersek 5 asır Osmanlı hâkimiyetinde kaldıktan sonra Avusturya-Macaristan İmparatorluğu tarafından ilhak ediliyor. I. Cihan Harbi’nin ardından bu coğrafya Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığının payına düşüyor. 2. Cihan Harbi’nde Boşnaklar, Hırvat faşistleri (Ustaşiler) ile Partizanlar arasında kalıyor. Sırplardan çok çektikleri için Hırvatların yanında duruyorlar.
Lakin kazanan taraf Partizanlar oluyor ve bu da pahalıya patlıyor onlara. Gerisini biliyorsunuz Tito ve Yugoslavya…
Tito’dan Sonra
Tito, “Yugoslavya kristal küredir” diyor “Ve ben onu üfleyerek tutuyorum havada. Nefesim bitince ne olacak acaba?”
Nitekim onun ardından ülke çatırdamaya başlıyor. Kendilerini hâkim unsur sayan Sırplar herkese parmak sallıyor. Boşnaklar, “Bakın Sırp düşmandır ama nettir. Refleksini anlayabilir, gardınızı alabilirsin” diyorlar, “Ama Hırvat’ın ne yapacağı belli olmaz, yan yana aynı mevzii savunurken, birden dönüp sıkabilir sana”. Nitekim Mostar Köprüsü’nü de onlar yıkıyor. Tarihmiş, medeniyetmiş umurlarında bile olmuyor, köprüden para kazanıyorlar oysa.
Poçitel’i de bunaltıyorlar. Evleri basıp erkekleri topluyor, Osmanlı eserlerini tahrip ediyorlar. Yukarıda zikrolunan Şişman İbrahim Ağa Camii’ni dinamit doldurup patlatıyorlar mesela.
Bazı Poçitelliler Srebrenitsa’ya göçüyor. Orası BM tarafından güvenli bölge ilan edilmiş ya, korunacaklar güya. Hollandalı komutanın insan satacağı akıllarına mı gelir? Ayakları ile gidiyorlar katliama.
Elde Var Hüzün
Yugoslavya’dan ayrılan devletler umduklarını buldular mı? Maalesef evet diyemeyeceğiz buna. Maden birinde kalmış, sanayi öbüründe. Tacirler vakit kaybediyor gümrük kapılarında. Bu işten kârlı çıkan tek ülke var: “Hırvatistan!” Niye? Çünkü Katolik. Vatikan destekleyip Avrupa arkalayınca derlenip toparlanıyor. Ellerine hayli para geçiyor, şimdi mülk kapatıyorlar sağda solda. Hırvat sermayesi ile kurulan Konzum marketler zinciri hızla yayılıyor Bosna’da.
Neyse Poçitel’e dönelim. Savaş sonrası Hırvatlar metruk kasabaya çörekleniyor. Ancak Türk turist gruplarının alakasından rahatsız oluyorlar. Türkler ısrarla geliyor ve elini kulağına atan ezan okuyor haykıra haykıra…
Anlıyorlar ki burası öyle kapanın elinde kalmayacak, işgal ettikleri yerlerden çekiliyorlar yavaşça. Ve tarihî şehir UNESCO gözetiminde tekrar kuruluyor, Türkiye ciddi yardımlarda bulunuyor. Bosna Hersek Hükûmeti buraya dönen şehir sakinlerinden elektrik su parası almayacağını açıklıyor, vergiden muaf tutuyor. Hasılı bacalar birer ikişer tütmeye başlıyor ki, bin civarında nüfusu var şu anda.
İşte size yaban mersini, kuru kayısı, bal, reçel, dantel satmaya çalışan kadıncıklar onlar. Ya şehit anası, ya şehit hanımı. Kim bilir kaç yetime bakıyorlar.
Bizim bazen lüzumsuz tüccarlığımız tutar malum, lakayıt tavırlarla sorarız “şunlar kaça abla?”… Diyelim beş kaime istedi.
İkiye verirsen alırım, işine geliyorsa.
Yapmayın ya, beş istiyorlarsa on verin. Bak yola çıktınız, sayıverin hayrınıza.
Türk Çayı Bulunur!
Poçitel meydanına bakan asmalı bir kahve var. Üç beş merdivenle çıkıyorsunuz, çok manzaralı, hele kasaba ikindi güneşi ile kızarınca. Buralarda kahve tiryakileri aradıklarını buluyor ama benim gibi çaykolikler kuruyor âdeta…
Mekânı çalıştıran Âdem kardeşimiz eksikliği hissetmiş, Anadolu damak tadında çaylar demliyor. Üstelik ince belli bardaklarla sunuyor, limon dilimleri de yanında, oh be dedirtiyor insana.
Servis yaparken dikkatimizi çekiyor, sağ eli yok, koluna bir plastik takmışlar ama sureta. Geçmiş olsun diyenleri buruk bir tebessümle atlatsa da Türkiye gazetesi okurları için maziye dönüyor birkaç dakikalığına. “O gün” diyor, Yine Hırvat milisleri geldi, sağa sola mermi yağdırdılar. Köyde sadece kadınlar kalmıştı, fukaralar büzüldüler kuytulara. Çocuktuk henüz, ıslık çaldık, yuh çektik, taş attık onlara. Birden üzerimize koştular, kaçan kaçtı, beni kıstırıp yakaladılar. Saçımdan çeke çeke çıkardılar komutanın karşısına.
Komutan önce babacan tavırlara büründü, elini omzuma koyup ‘Niye taş atıyorsunuz’ dedi kibarca.
– Evimizi yurdumuzu yakıyorsunuz, ne yapaydık başka?
– Sen büyüyünce ne olacaksın bakayım?
– Şair olacağım.
– Yaa öyle mi? Neler yazacaksın peki?
– Yaptığınız zulmü anlatacağım insanlara.
– Daha evvel hiç şiir yazdın mı?
– Yazdım.
– Al şu kâğıt kalemi, bir mısra karala bana.
Yazarken “Hımmm” dedi “Sağ elini kullanıyor.” Sonra bir işaret çaktı adamlarına. Kolumu kesip kopardılar oracıkta…
Âdem kardeşimiz uğruna kolunu verse de şairlikten caymış değil, giderseniz kırmayacaktır eminim, mısralarını paylaşacaktır dostlarla.
Ha, bu arada hatırlatayım. “Bize üç çay” derken parmaklarınıza dikkat edin n’olur. O yaptığınız şey Çetnik işareti olabilir.
Üzülüyor sonra.
Bosna Hersek hükûmeti Poçitel’de ressamları ağırlıyor. Ne yana baksanız tablo zaten, fırçalarıyla kalıyorlar baş başa. Güzel şeyler çıkıyor olmalı, sanatkâr gözü elbette daha başka.
İrfan Özfatura