*İrfan Özfatura
1927 yılında çıkarılan bir kanunla tarihî binalardaki kitabeleri kırdılar, tuğraları kazıdılar.
Geçen bilgisayarımdaki İstanbul resimlerini tasnif ediyordum dikkatimi çekti, tuğralara bir hâl olmuş. Ne çok kazınmış, kırılmışlar. Ki bunlar rastgele çektiklerim, kim bilir neler var daha!
Efendim tuğra Oğuz Hakanlarından kalma bir gelenek (tugrag). Bir alamet, bir işaret, nişan. “Hükümdarın mühür ve imzası” bir bakıma.
Tuğralarda padişahın ismi bulunur, “şah” ve “han” sıfatları ile “el-Muzaffer daima” duası eklenir kibarca.
Bir kürsüsü (sere) olur; sonra iç içe kavisli iki beyza. Yanına kol (hançer) ve üstüne üç tuğ (elif) minare endamında. Kıvrılarak inen zülüflerle tamamlanır sonunda.
Selçukluların Tuğrul Bey’den itibaren tuğra kullanıldığını biliyoruz. Bu gelenek Eyyûbîler ve Mısır Memluklerine de geçer zamanla, Araplar tevki (tevkī’) derler hatta.
Osmanlıda tuğra çekmekle vazifeli memura [nişancı, tuğraî, tevkīî, muvakkī’] adı verilir, halk tuğrakeş der onlara. Bilhassa Mustafa Rakım Efendi çok şey katar, başlı başına sanat olur âdeta.
Tuğralar fermanlarda kullanılır ve sikke üstüne basılırlar. Vakıf eserlerinin kitabelerine de konurlar ayrıca.
Sanat İçinde Sanat
Kitabe; binanın görünen bir yerine (genellikle kapı üstüne) asılan levhalardır. Bu bina niçin yapıldı, kim yaptırdı, ilgili ayetler, hadisler, dualar.
Osmanlılar kitabeleri ünlü bir şaire yazdırır, meramlarını mısralarla anlatırlar. Ebcedle tarih düşürürler, ki mânâ içinde mana. Kulak okşayıcı beyitleri mahir bir hattata kazıtır, göz zevkine de hitap ederler ayrıca.
Kitabeleri hakkeder, kabartırlar, üzerini altın varakla kaplarlar. Zemini ördekbaşı yeşil, siyah, lacivert, vişne çürüğüne boyarlar. Gören maşallah der subhanallah!
“Târihi Sultan Ahmed”in cârî zebân-ı lûleden Aç Besmele’yle iç suyu, Han Ahmed’e eyle duâ.
Sultan Ahmed’in Üsküdar’da yaptırdığı meydan çeşmesinin kitabesi kendisine aittir. Üç tarafında celi talikle (celî ta’lîk) yazılmış şiirler, tarihler düşürülür sıra sıra.
Lale Devri’nde İstanbul park gibidir, Damat İbrahim Paşa’nın yaptırdığı Kırkçeşmeler fevkalade sanatlıdırlar.
Topkapı, Tophane, Üsküdar, Azapkapı ve Saliha Sultan Çeşmeleri… Bilirsiniz turistler Ortaköy Meydanı’ndakine vurulurlar.
Üsküdar Hacı Selim Ağa Kütüphanesinin kitabesini doğuştan sağ tarafı tutmadığı hâlde hattalara pir olan Yesârî Es’ad Efendi yazmıştır. Kıymetini erbabı anlar anca.
Lakin, Ama, Ancak…
Cumhuriyetin ilk yıllarında Rize Mebusu Ekrem Bey bir kanun teklifi verir (29.2.1926) “Gerek İstanbul gerek Ankara’da, Osmanlı dönemine ait tuğralar ve halkını tutsak eden hükümdarlara yazılan methiyeler nice binanın giriş kapısında sanki cumhuriyetimize meydan okurcasına durmaktadırlar… Bu tuğra ve levhaların çocuklarımızı zehirlemesine izin veremeyiz. Derhâl kaldırılmasına ve yerlerine cumhuriyet arması konulmasına…”
Meclis bu saçmalığı ciddiye almaz, Millî Eğitim Encümeni’ne gönderir başından savar. Gariptir, encümen teklifi yerinde bulur ve karar verir sanat değeri olan levhaların sıvanmasına, diğerlerinin kazınmasına… Yerlerine cumhuriyeti öven yazılar yerleştirilmelidir mutlaka. Diyelim şahsi binanızın üzerinde yazı var. “ Bu kabil tuğra ve arma ve kitabe bulunan hususi binalar, yazılar kaldırılmadıkça faaliyet ve münasebetlere tahsis olunamaz!”
Mebuslar şaşkındır ama mahalle baskısından çekinir ses çıkaramazlar. Teklif kabul edildikten sonra Mehmet Emin Yurdakul teessüfle Ekrem Bey’e döner “Beyefendi salahiyeti aldınız” der, “Artık kırıp dökebilirsiniz rahatlıkla!”
İş çığrından çıkar, aferin alma kaygısındaki ucuz insanlar raspalara, çekiçlere sarılırlar. Bazıları üzerinde ayet ve hadis olan kitabeleri, çiğnensin diye bilhassa ayak altına atar, basamak yapar. Çöplüklerde işli mermerler, kiminin üzerinde ‘Maşallah’, kiminin üzerinde ‘Allah nazardan saklaya’!..
Halk mahzun olur tabii, kimin umurunda?
Reddimiras
İsmet Paşa tatbikata hız verir, camilerin boşaltılmasını ister, ihaleye çıkarıp satar. Kimini ahır, ambar yapar, kimini koğuş olarak kullanılırlar. Bazılarına buğday doldurturlar ki kışın şişsin taşları yerinden oynatsınlar.
Kitabelerin kullanıldığı yerlerden biri de nişan taşlarıdır. Kemankeş 800 gez ve uzağına ok atarsa bir taş dikilir adına. Gençlere de hedef gösterilir. Bak taşını diktirmek istiyorsan bunu geçmen gerek, ha gayret! Sen de okunu salabilirsin 530 metre uzağa.
Okmeydanı’nı da CHP’nin mimarı, Mösyö Prost yok edecek, alanı gecekonduya açıp “Yokmeydanı” yapacaktır seneler sonra.
Eski mezar taşları da tahrip edilir. Sadece cami hazirelerindekiler tecavüzden kurtulurlar. Birkaç tane Karacaahmet’te kalır, üç beş tane de Eyüpsultan’da. Hâlbuki İstanbullu aşinadır onlara.
Harf inkılabından sonra kıyım hızlanır, yalaka idareciler göstere göstere kitabe kırar, yükselmeyi umarlar.
Gümüşsuyu çeşmesi de vandallardan kurutulamaz, “Su gibi atşâna işrâb eyle tarihin Senih / Kıldı Han Abdülâziz icra becâ âb-ı zülâl” mısraını kazıyıp atarlar. (Reşat Ekrem Koçu)
Gülhane kapısındaki I. Ahmed Çeşmesi’nin tuğrasına da acımazlar.
Harbiye Nezaretine Şevki Bey’in yazdığı “Dâire-i Umûr-i Askeriyye” yazısı ve iki tarafında da fetih ve zafer ayetleri bir tasarım harikasıdır. Bu kitabe de kapatılır, kanun çıkınca.
Çevir Kazı Yanmasın
Tarih katliamına yananlardan biri de Semavi Eyice Hoca’dır, “Osmanlı, Roma kitabelerini tahrip etti mi?” diye sorar. Münir Derman ise “Ruslar da devrim yaptılar ama” der,
“Dostoyeski okumaktan vazgeçmediler asla!”
Galatasaray Lisesinin kapısındaki muhteşem tuğra da kaybolur gider, kim bilir nerede düşer mezata? Ziyad Ebuzziya’nın yaptırdığı tuğrayı asarlar ama taklittir sonunda.
Hâlbuki Belgrad’ı ele geçirdiğinde (1789) Avusturyalı General von Laudon, surdaki kitabeyi Hadersdorf’taki malikânesinin bahçesine taşıtmıştır büyük bir saygıyla.
Cemil Meriç “Bu tahripkâr telkinlerin mümeyyiz vasfı tarihe düşmanlıktır” der, “Osmanlı barbardı, İslamiyet gericilikti, biz Hititlerin, Sümelerin çocuğuyduk filan…”
Yine İnönü devrinde Mimar Sinan’dan yadigâr Mihrimah İmareti yıkılır. Gereksiz bir iştir, kubbeyi devirip enkaz bırakırlar ortada. Halk “Yeter artık!” der, sesini yükseltmeye başlar. İsmet Paşa kopacak fırtınayı hisseder ve “tahribatın durdurulmasını” emreder iş işten geçtikten sonra.
Böyle bir gücün vardı da niye kullanmadın demezler mi adama?