Türk Dili

Tabîat’sız Türkçe

B
enim neslim arasında bulunanlar, 2. Dünya Harbi’nin maddi bir takım sıkıntılarına maruz kalmakla beraber Türkçeyi en incelmiş şekliyle konuşan ve yazan şahsiyetleri yakından tanımış olmak itibariyle mânevi bakımdan çok talihli imiş. Özle zannediyoruz ki dilimizin her gün biraz daha bir kabile lisânı hâline getirilmesinden en büyük üzüntüyü duyanlar bu nesle mensub olanlardır. 

1961 yılından bu yana uydurma kelimelerin her geçen gün biraz daha artan bir ölçüde dilimizi tahrib ettiğini görmek tarihimizin derinliklerinden gelen güzel dilimizi sevenlere büyük bir üzüntü kaynağı olmaktadır. 1961 Anayasasının içine kısmen bilgisizlik kısmen de dilimizi bozmak kasdıyla bir köprübaşı vazifesini görmek için sokulmuş bulunan uydurma kelimeler her geçen gün yenileri eklenmek suretiyle on altı sene zarfında dilimizde büyük bir tahribat meydana getirmiştir. 

Bizleri yetiştiren nesillerin tâbiriyle “okuma yazma bilmeyen” bir takım kimseler hiçbir mes’uliyet hissi taşımaksızın devamlı olarak yeni kelimeler uydurmakta ve çeşitli vâsıtalarla bu kelimeleri, dil bakımından her geçen gün daha câhilleşen kütlelere benimsetmeğe çalışmaktadırlar. 

Her lisan gibi Türkçenin de kendisine mahsus bir âhenk ve bir mantığının bulunduğunu su götürmez bir hakikattir. Ne yazıkki manevi sahalarda umumiyetle son derece bilgisiz ve mus’uliyetsiz hocaların yetiştirmesi olan yeni nesiller kendilerini “yeni kuşaklar!” sanarak ve kullandıkları uydurma kelimeleri ilericilik zannederek Türkçemizi katletmektedirler.

Bugün birçok gazetelerimizin kullandıkları sözüm ona Türkçe de, dilin ahengi ve mantığı büyük ölçüde kaybolmuştur. Rardo ve televizyonda konuşulan Türkçe ise tam mânâsiyle içlere acısıdır. Kelime telâffuzları uzatmak işâretlerinin çok az kullanılması yüzünden bundan otuz kırk yıl önce sâdece azınlıkların telâffuz edebildikleri bir azınlık Türkçesi haline gelmiştir. 

Kabil (Efganistan’ın merkezi) ile Kâbil dânâ ile danayı asıl ile asîl yekdiğerinden farklı telâffuz edebilen spikerler parmakla gösterilebilecek kadar azalmıştır. Kendilerini ilerici zanneden kimselerin kullandıkları sözde Türkçe artık dilimizdeki ince farkları ifâde edememekte ve her geçen gün biraz daha yavanlaşmaktadır. 

Bu iddiamızı çeşitil misâllerle gözler önüne sermeden önce makalemize başlık olarak seçtiğimiz “tabiat” kelimesi üzerinde birkaç satırla durmak istiyoruz. Bilindiği üzre tabiat Türkçe’de asıl geniş mânâsının yanında mecâzî olarak zevk yerine de kullanılır. Zevk sahibi bir kimseye çok defa tabiat sahibi bir insan da denilir. Buna mukabil birbiriyle imtizaç edemeyecek iki yemeği veya aykırı düşen renkleri bir araya getiren kimselere de tabîatsiz sıfatı kolayca verilebilir. 

Bugün Türkçemizdeki tabiat kelimesini atıp yerine boğa vezninden “doğa”yı ikame etmeye çalışanlar ne kadar tabiatsiz olmalılar ki kendilerine “doğasız” denilmesini göze alabiliyorlar. 

Bu gibilerin Arapça ve Farkça’dan geldiği bahanesiyle dilimizden çıkarmağa çalıştıkları kelimelerden bir tanesi de “kainât”tir. bu kelimenin yerine kullanılmağa çalışılan “kanı” dilimizin âhengine uymadığı gibi, kanâatin mânâsını da daraltmaktadır. 

Zira Türkçe’de bir de kanâat tâbîri vardır ki mâlûm olduğu üzere bu ısraftan kaçınarak az bir şeyle iktifâ mânâsına gelir ve az şeyle iktifâ edenlere de kanâatkâr denilir. Uydurma Türkçede kanâat kelimesini atıp yerine ilerici (!) kanı kelimesini koydunuz mu ondan sonra artık ne kanâat eden ne de kanâat eden ne de kanâtkâr olan bir kimse bulursunuz. Böylece kendiliğinden ortadan kalkan ve bize hâs olan bu iki kelime milletimizin en güzel vasıflarından birisi olan kanâatkârlığı da berâberinde götürerek memleketimizi israfın kucağına bırakmıştır. 
Türkçede kulağı tırmalayan ve üstelik Arapça ve Farsça bir kökten gelmeyen kelimelerden birisi de “bütün” iken sivri akıllının birisi dilimizin âhengine hiç uymayan “tüm” kelimesini ortaya atmış böylece başı “tüm” ile başlayan bir sürü faydasız derneğin isim babası olmuştur. 

Yıllardır dilimizi bozmakta büyük bir rol oynayan “sel” ve “sal” ekleri son zamanlarda artık hemen her kelimenin arkasına eklenerek Arapça Farsça Türkçe hattâ Fransızca aslından geldiğine bakılmaksızın gelişi güzel kullanılmağa başlanmıştır. “Târihsel”, “mâdensel”, “hukuksal”, “parasal”, “yapısal”,  “ekonomik” kelimelerini bu arada sayabiliriz. 

Bu gidişle “adlî yıl” yerine de bir aklı evvelin çıkıp “adliyesel yıl” dediğini duyarsak şaşmamak gerekir. “Mahalli” kelimesi karşılığı olarak ne hikmetse “yersel” değil de “yerel” kelimesi kullanılmaktadır. Bu zavallı uydurma kelimelerin Türkçeyi ne kadar tabiatsiz (doğasız!) bir hâle getirdiğini görmek ise içler acısıdır. 

Uydurma Türkçe, “şahıs” ve “şahsiyet” kelimelerini “kişilik” ile birleştirdiğinden beri artık şahsiyet mefhumu da kıymetini kaybetmiştir. Okuması yazması olmayan bir kimsenin kişiliği ile yaşadığı cemiyette mühim bir mevki işgal eden kimsenin şahsiyeti aynı kişilikte birleşmeğe  kalkışılırsa bu zavallı ve sâhipsiz dilimizi ancak tabiatsiz (!) yapar. 

Bir sivri akıllının “sebep” kelimesi yerine ortaya attığı “neden” kelimesi bugün Türkçenin başına bir belâ kesilmiştir. Bilir bilmez bir çok kimse cümlesinin sonunu neden oldu (sebep oldu) diye bitirince, dinleyende bir suâl karşısında kaldığı intibâı hâsıl olmaktadır. Bu yerli yersiz kullanılan kelime “dolayısiyle”, “yüzünden” gibi Türkçe kelimelerin de yerine kaim olarak güzel dilimizin tabiatsiz bir hâle gelmesine neden (!) olmuştur. 
Radyo ve televizyonda “olanak”, “olasılık” gibi neden kelimesi de husûsî bir yer işgâl etmektedir. Meselâ Türkiye radyolarının 8 Ağustos pazartesi sabah 07.30 ve 09.00 haber bültenlerinde Kıbrıs’tan söz edilirken “Erenköy direnişinin 13. yıldönümü nedeniyle” denileceğine “Erenköy direnişinin 13. yıldönümü dolayısıyle” denilseydi bu hem Türkçe olacak hem de dilin ahengine uygun düşecekti. 

Türkçemizi zavallı hâle sokan müesseselerin başında üzülerek ifâde etmek isteriz ki TRT gelmektedir. Her devletin radyosundan o devletin lisanından en güzel örnekler duyulurken, bizim radyo ve televizyonlarımızda güzel ve âhenli dilimiz hem kelime hem cümle hem de telâffuz bakımından  hergün yüzlerce kere katledilmektedir. 

TRT de konuşan genç spikerleri ne yapsınlar bilgisiz hocalrdan okumuşlar diye mâzur görmek mümkün ise de Prof. Ünvanını almış ve saçı sakalı ağarmış kimselerin aynı hataya düşmelerini nasıl hoş karşılayabiliriz. Meselâ 18. Ağustos Perşembe günü 17.10’da adının başında Prof. ünvanını taşıyan bir doktor. 

19 Ağustos günü 19.00 ajansında bir beyânâtı okunan bakan “çaba harcadığı” diyeceğine “gayret edildiği” veyâ “gayret gösterildi” deseydi bu içinde yanlış kullanılan bir kelime bulunmayan çok daha tabii bir Türkçe olurdu. Devlet radyosunun 13 Ağustos günki haberlerinde spiker devletler arasındaki andlaşmalardan tekrar tekrar anlaşma şeklinde bahsetmekle anlaşma ile andlaşma arasındaki farkı bilmediğini defâatle ilan etmiş oldu. TV. nin 1 Eylül tarihli 20 haber bülteninde “yurt düzeyinde pancar alımı devam ederken” denileceğine “bütün yurtta pancar alımı devam ederken” denilseydi uydurma bir kelime kullanılmadan daha doğru ve güzel bir Türkçe ile aynı haberi vermek mümkün olurdu. 

Yazımıza son verirken Türkçeyi tabiatsiz bir hale getirmemek için bilhassa yeni yetişen gençlerimize çok dikkatli davranmalarını hatırlatmak istiyoruz. Gelişi güzel uydurulan “tiksinme” vezindeki “gereksinme” gibi gelimelerden kurtulmadıkça Türkçe tabiatsiz kalacaktır.  

İlgili Gönderiler

1 / 79