M
ünevver Ayaşlı Hanım’ın yalısında çayda idik. Bizden başka, Sultan V. Murad’ın torunu Nihad Efendi’nin oğlu Şehzade Vâsıb Efendi ile V. Sultan Mehmed Reşad’ın oğlu Ömer Hilmi Efendi’nin kızı Mukbile Sultan da vardı.
Çay semâverinin üstündeki demlik fazla ısınmış olduğundan, ev sahibi servis yapamayınca, Sultan: “Benim ellerim nasırlıdır, tutabilirim!” diyerek demliği yakaladığı gibi, kimsenin yardımını kabul etmiyerek, çayları boşalttı.
Hor ve güç işlerin sertleştirip nasırlaştırdığı elleri ile öğünür gibi konuşan bir Osmanlı Sultanı…
Tevekkeli, düşmez kalkmaz bir Allah dememişler…
Hâli, tavrı, sözü sohbeti çok sâde ve tabiî olan Sultan, lohusa bulunduğu bir sırada, İkinci Cihan Harbi’nin bombaları yağarken, herkes kaçıştığı hâlde, kendisinin çocuğunu koynuna alarak hastahânede kaldığını, nasıl da şiirleşmiş bir belâgatle anlatmıştı.
Bir ara da: “Benim büyük babam fakir Pâdişâhtı” dedi.
Gerçekten, saltanatı hep muharebe yıllarında geçen V. Sultan Mehmed Reşad, dar elbise giydirilmiş bir mahkûm gibi, sonuna kadar rahat nefes alamaz halde yaşadı.
Sultan doğru söylüyordu. îttihâd ve Terakki iktidarının elinde, onların keyfî kararları istikametini takibe mecbur olan Pâdişâh’ın elinde hemen hiç imkân yoktu.
Yıldız Sarayı’nı ve hazînelerini, Sırp, Bulgar ve Yunan çetecileri ile birlikte soyan îttihadcılar, bu halim selim, vatanperver Pâdişâha, boş bir devlet hazînesinden başka şey göstermemiş, vermemişlerdi.
Sultan Reşad’ın torunu gerçekten de, doğru söylüyordu. Saltanatta oturan sanki büyük babası değil de, îttihâd ve Terakki iktidarının parazit ve gözü doymayan yağmacıları idi.
Sâmiha Ayverdi