Medeniyetimiz

Hindistan Türk-İslam Tarihinden Altın Bir Sayfa: E.Alemgir Şah ve Şeyh M. Masum Fâruki Devri

M

resimuhammed Masum hazretlerinin devrinde yaşayan Sultan Âlemgir Şah, ‘Fetâvâ-i Âlemgiriyye’ eserini hazırlattı. Bu eser Osmanlılardaki ‘Mecelle’ çalışması istisna edilirse İslam hukuk tarihinde eşine rastlanmaz hizmetlerden biridir. Fakat kitap ‘Fetâvâ-i Hindiyye’ adıyla meşhur olmuştur.
 
Türk-İslam
tarihinde Hindistan’ın çok mühim bir yeri vardır. Türk devletlerinin
hâkim olduğu zamanlarda Hindistan’da büyük âlim, evliya, devlet adamları
ve sultanlar yetişti. Çağdaş olup aralarında manevi bağda bulunanların
birisi, büyük İslam âlim ve evliyası, zamanının kutbu Muhammed Masum
Farukî hazretleri diğeri ise Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman
gibi devrinin muhteşem hükümdarı Evrengzib Âlemgir Şah’dır.

Muhammed
Masum hazretleri, İmam-ı Rabbani hazretlerinin üçüncü oğludur. 1599
senesinde Hindistan’ın Serhend şehrinde doğdu. Babasından sonra
zamanının en büyük ikinci evliyasıdır. “Silsile-i Aliyye”
denilen âlim ve evliyaların yirmi dördüncüsüdür. Kur’ân-ı kerimi üç
ayda ezberledi. 16 yaşında bütün ilimlerin tahsilini bitirdi. Babası
İmam-ı Rabbani hazretleri bir mektubunda buyuruyor ki:

“Bu
günlerde oğlum Muhammed Masum, ‘Şerh-i Mevâkıf’ı bitirdi. Yunan
felsefecilerinin kusur ve hatalarını iyi anladı, faydası ve kârı çok
oldu. Allahü tealaya bu ihsanlardan dolayı hamd ve senâlar olsun.”

İslam
tarihinde rüşd ve hidayeti onunki kadar yaygın bir âlim ve mürşid
görülmemiştir. Dokuz yüz bin kişi ona tâbi oldu. Talebelerinin kırk bini
velî, yedi bini de mürşid-i kâmil, yani çok büyük âlim ve evliya oldu.
Babası İmam-ı Rabbani hazretleri; “Sen zamanının kutbu olursun” buyurarak müjde verdi. Nitekim daha sonra bunu kendisi “Allahü teala’ya hamd-ü senalar olsun. Vadedilen ele geçti. Babamın müjdelediklerine kavuştum” diyerek belirtti.

Devrin
Sultanı Âlemgir Şah da Muhammed Masum hazretlerinin müritlerinden ve
halifelerinden biriydi. Yetişmesinde büyük rolü vardı, ona tam tâbi idi.
Duasını alır, nasihat ve emirlerini dinlerdi. Başarıları ve hayırlı
hizmetleri ile büyük bir İslam devletine sahip olması, Muhammed Masum
Farukî hazretlerinin himmet, tasarruf ve teveccühleri sayesinde oldu.

Âlemgir
Şah 1618’de Malva Duhad’da doğdu. Annesi Begüm Mümtaz Mahal’dir. Şah
Cihan’ın üçüncü oğludur, Babür Şah’ın 5. kuşaktan torunudur. 31 Temmuz
1608’de 40 yaşında padişah oldu. Tahtta en uzun kalan Türk hükümdarıdır.
Osmanlı Sultanı Kanuni’den daha fazla, elli yıla yakın hükümdarlık
yaptı. 1707’de 90 yaşında iken Ahmet Nagar’da vefat etti. Ravza denilen
yerde defnedildi. Âlemgir Şah’ın dört oğlu üç kızı vardı.
Çok iyi bir
ilmî ve askerî eğitim gördü. Binicilik ve harp oyunları konusunda
mükemmel yetişti. Tefsir, hadis, fıkıh üzerinde tam bir âlim idi.
Türkçe, Farsça, Arapça ve Hintçeyi çok iyi bilirdi. Hat sanatını da
öğrenerek “Hattat” pâyesini aldı.

Âlemgir Şah’ın en önemli
özelliklerinden birisi tam bir cesaret ile gayesine erişmekte gösterdiği
azim ve sebattır. Askerî sahada gösterdiği cesaret ve başarıyı
diplomasi sahasında da gösterdi. Çok iyi bir hafızaya sahipti. Aynı
zamanda yorulmaz bir liderdi. İktidarı zamanında kendisiyle görüşebilme
fırsatı bulan İtalyan doktor Gemalli Careri, Âlemgir’in kendisine
yapılan müracaatları tek tek okuduğunu, bunları cevapladığını ve bu
işten büyük zevk duyduğunu kaydetti.

Devletin bütün ihtişamına
rağmen Âlemgir’in sade bir hayatı vardı. Giyim kuşamı ve diğer her türlü
işleri sade idi. Çok düzenliydi. Doksan yaşında vefat ettiğinde bedenî
hiçbir bozukluğu yoktu. Okumayı çok severdi. Mektuplarının toplandığı “Ruk’at-i Âlemgirî” kitabı, uzun zaman, basit fakat güzel nesir yazma umumi ders kitabı olarak kaldı. Şiir söylemede de kabiliyetliydi.

Hemen
hemen bütün Hint-İslam liderlerine ağır bir dille saldıran Will Durant,
Âlemgir Şah için şu itirafı yapmaktan kendini alıkoyamadı: “Suç ve
suçlunun üzerine gitmede hemen hiç cezaî metotlar kullanmadı. Dîni
tarafından yasaklanan bütün yiyecek, içecek ve şatafattan uzak durdu.’’

Devlet
hazinesinden para almaktan çekindiği için kendi eliyle Mushaf yazar,
onu satıp geçimini bile temin ederdi. Kur’ân-ı kerimi, hükümdar olduktan
sonra ezberleyerek hafız oldu. Farz namazları vakti girer girmez
cemaatle kılardı. Cemaati hiçbir zaman terk etmedi. Cumayı mutlaka
Mescid-i Kebir’de eda ederdi. Gecelerini ibadet, zikir, kıraat ve
tefekkürle geçirirdi. Ramazan ayının son on günü mescidde itikâfa
girerdi. Pazartesi, perşembe ve cuma günleri oruç tutardı. Daima
abdestli olur, zikirlerini ihmal etmez, çok salevat getirirdi. Zühd ve
fakr hayatını hiç terk etmedi. Arpa ekmeğine rağbet ederdi.
 
Yaptığı büyük hizmetler
 
Âlemgir
Şah, dinî ve sosyal pek mühim hizmetler yaptı. Memleketin ileri gelen
ulemasından meydana getirdiği kalabalık bir heyete, her türlü imkânları
verip, büyük kütüphaneler kurdurdu. Müslümanların hukuki meselelerine
kolaylık sağlamak üzere ‘’Fetâvâ-i Âlemgiriyye’’yi
hazırlattı, Osmanlılardaki “Mecelle” çalışması istisna edilirse İslam
hukuk tarihinde eşine rastlanmaz hizmetlerden biridir. Kendi adına
izâfeten “Fetâvâ-i Âlemgiriyye”  denilen fakat  “Fetâvâ-i Hindiyye” diye
meşhur olan bu hukuk kitabını, Kanun-ı Esasî yani Anayasa olarak kabul
etti. Hanefi mezhebine göre hazırlanan bu hükümler, adil kadılar
tarafından memleketin her tarafında tatbik edildi. Ayrıca hadis ilmine
dair eser telif etti. Onu şerh edip Farsça’ya tercüme etti.

İslam hukukuna göre Müslüman olmayanlardan alınması gereken “Cizye”
vergisi, Ekber Şah tarafından 1564 yılında kaldırılmıştı. Âlemgir
Şah’ın emriyle 1679’da cizye yeniden alınmaya başladı. Devrinde
milyonlarca gelir sağlayan akla hayale gelmedik çeşitlerde ve şekillerde
sekseni bulan İslamiyet’in emretmediği vergiyi, mümin ve kâfir
herkesten kaldırdı. Müslüman, kâfir herkesin gönlünü aldı. Bu
uygulamalardan sonra hazine zayıflaması gerekirken zenginleşti.

Sultan
Âlemgir, şehzadelik devresinde Hindu olan Dekken köylülerinin
kalkınmasına çalışmış onlara tohum ve hayvan satın alabilmeleri için
geniş ölçüde borç verdirmiş ve sulama işini önemle ele almıştır. Bu
davranışı onun taassup sahibi olmadığını gösterir.

20 Şubat 1666 yılı başlarında çıkardığı bir fermanda şöyle demektedir: “ Öteden beri var olan mabetler
yıkılmayacaktır. Ancak yeni mabet yapılmasına da izin verilmeyecektir.
Buyruğumuz şudur ki, bundan böyle kimsenin bu gibi yerlerde Brahmanların
veya  Hinduların işlerine, İslam’a aykırı olarak karışmamasını ve
onları rahatsız etmemesini sağlayasınız.”

1663 senesinde
Brahmanların, kocası ölen kadının kendini yakıp kül etme âdetini kesin
bir şekilde yasakladığı için bu din mensuplarının sızlanmalarına sebep
oldu. Bu yasak, mutaassıp Hindularca din işlerine karışma sayılırsa da
insanî maksadı olup onların iyiliği içindi.

Âlemgir Şah, ayak altında kalarak sürünebilir endişesiyle paralar üzerine yazılan Kelime-i tevhidi kaldırdı.
Mecusi
âdeti olduğu için, bid’at gerekçesi ile “21 Mart Nevruz’’ bayramını
yasak etti. Tahta çıkışı ramazan ayında olduğu için bu ayın ilk gününü
bayram ilan etti. Sarayda çalgı yasaklandı, sadece belirli saatlerde
vurulan nevbete izin verildi ki, bu da askerî maksatlıdır. Devrinde
çalgıcılar, müzik araç ve gereçlerini bin kişilik konvoyla mezara
gömdüler.

Mekke ve Medine’de ikamet eden seyyidlere, mücavirlere, hademeye ve itikâf yapanlara nezir olmak üzere 63 bin altın gönderdiği “Âlemgirnâme”de
kayıt edilmektedir. Ayrıca, Maveraünnehir uleması ile de yakın
ilgilendiği, bu bölgedeki Türk din adamlarına para yardımı yaptığı
kayıtlarda zikrolunmaktadır. “Meâsir-i  Âlemgirî’ye” göre Sultan Âlemgir’in yaptığı hayrat şu şekilde sıralanabilir:

Ramazanda
9 bin altın, diğer aylarda bundan biraz az olmak üzere nakdî yardımı
ihtiyaç sahiplerine dağıtırdı. Başşehir Agra ve diğer birçok vilayette
fakir fukara için bulgur haneler açtırdı. Yolcular için konak yerlerine
kervansaraylar yaptırdı. Bütün camileri devlet hazinesinden tamir
ettirdi. Ve Buralara imam, müezzin ve hatib tayin ederek onları maaş
gibi daimi gelire bağladı. Ulemaya, fazilet ve ilimle uğraşan
öğrencilere devlet kesesinden yardımlarda bulunurdu.

Müslüman
halk Âlemgir Şah’ı velî olarak kabul ederdi. Kendisine ‘Pir’lik izafe
ederek “Âlemgir Zinde Pir” derlerdi. Bir keresinde, Agra Delhi
bölgesinde yaşayan Sate Hinduları ayaklanmıştı. Müslüman askerler
onların hazırladıkları büyü ve sihirlerden psikolojik olarak etkilenerek
ürkmüşlerdi. Âlemgir Şah bu korkuyu ortadan kaldırmak için Müslüman
askerlerin bayraklarına kendi eliyle “Kur’ân-ı kerim” âyetleri ve duaları
yazarak askerlerin moralini düzeltti.

Âlemgir Han, Hinduların Müslüman olması için pek çok faaliyette bulundu. Bazen bizzat kendisi Müslüman olacaklara “Kelime-i Şehadet” söyletir,
hil’at ve başka hediyeler verirdi. Yeni Müslüman olanlara İslamî
isimler verip fillerin sırtında şehirleri gezdirtirdi. Âlemgir Şah’ın
âdil idaresine hayran kalan Hindular, böyle merhametli bir Sultanın
dinine girmek için âdeta yarışıyorlardı. Bundan dolayı, binlerce
Hindu’nun batıl dinleri bırakıp hak din olan İslamiyet’i seçmelerine
vesile oldu.

İslam’a yeni girenlere, günlük ihtiyacını karşılamak
üzere çeyrek rupi para yardım yapılırdı. Taşrada yeni Müslüman olanlar
sünnet edilir onlara hil’atlar giydirilir, bir aylık yiyecek parası
hediye edilirdi.
Tarihçi Yılmaz Öztuna diyor ki:

“Âlemgir
Şah, tarihin en muhteşem ve en zengin hükümdarlarından biridir.
Saltanatında, devletinin bütçesi, en büyük Hıristiyan devleti olan 14.
Louis Fransa’sının bütçesinin on beş katı idi. İmparatorluğu o bugünkü
Hindistan, Pakistan, Bangladeş, Doğu Afganistan Nepal, Butan ve
Birmanya’nın Arakan eyaletinden oluşuyor, 4.600.000 küsur kilometrekare
üzerinde yayılıyordu. O zaman 700 milyonu bulmayan bir dünyada, Âlemgir
Şah’ın Hindistan Türk İmparatorluğu 170 milyondu. Nüfus bakımından dünya
devletleri arasında birinci, kudret ve önem bakımından Osmanlı’dan
sonra ikinciydi.”

Ne yazık ki Türk gençliğine bu büyük ecdadı tanılmıyor, öğretilmiyor.

İlgili Gönderiler

1 / 48