S
ovyetler, Türkistan cumhuriyetleri teşekkül ettikten sonra her Türk cumhuriyetine kendi lehçesini ayrı bir lisan gibi kullandırtmıştır. Böylece Türkler arasındaki dil ve kültür birliğini bozmak istemişlerdir. Türk lehçelerini ayrı birer dil gibi kullandırma mecburiyetini getirdikten sonra, ikinci olarak alfabeye el atmışlardır.
Bütün Türk dünyasında olduğu gibi, Türkistan’da da Türkler, Arap alfabesiyle okuyup yazıyorlardı. Türkler arasında, bu harflerin kullanılmamasını isteyenler de vardı. Ruslar bundan istifade ederek 1924’de hazırlattıkları ve 1928’de Türkler için Rus Kril harfleriyle karışık bir Latin harfleri sistemini uygulamaya başladılar. Zaten daha önceleri Rusların büyük dil bilginleri Polevinov, 1927’de “Şark İnkılabı” mecmuasında Rusların ve Türklerin dilleri üzerin-de ve bilhassa Türk dilinin Rusçanın tesirinde nasıl kalabileceği hakkında yazılar yazıyordu. Bu zatın ileri bir hedefe matuf olarak geliştirdiği çalışmalar son derece kasıtlı idi.
Yeni alfabe alınırken, aynı Türk lehçelerine uygulanan alfabelerin bazı noktalarında birbirinden farklı olmasına dikkat edilmişti. Bu mesele üzerinde devam eden yabancı araştırıcıların tedkikleri, Rusların bu işi, siyasi hedeflerine uygun bir şekilde tanzim ettiklerini ortaya koymuştur. Güdülen maksat âşikârdı: Türk lehçelerini alfabe bakımından da ayırmak, yeni yetişecek nesillerin Arap harfleriyle yazılan gayet zengin kültür hazinelerinden kopmalarını sağlamaktır.
Ama Türkiye’de Latin harfleri devrinin başlamasından sonra, kendi idârelerindeki Türklerle Türkiye Türklerinin biraz farklı da olsa müşterek alfabeye sahip olmaları Türkiye’nin Türkistan’da ve Kafkaslar’da nüfuzunun hızla artmasına sebep olmuş, bu ise Rusya’yı son derece tedirgin etmiştir.
Neticede, Sovyetler, II. Dünya Harbi’nin başlaması ile birlikte Türkleri Latin alfabesini kullanmalarını yasaklamış ve her Türk lehçesi için birbirinden farklı Kril alfabesi uygulamayı zorunlu hale getirmiştir. Latin alfabesi ile yazılan bütün kitaplar toplatılarak imhâ edilmiştir. Ruslar, Türk boylarının birbirleri ile kültür münasebetlerini koparabilmek için iki mütehassıs kullanmışlardır: “Prof. Khun ve Prof. İlminski.”
İlminski’nin ölümünden sonra Khun, bu işi yürüten kişi idi. Sovyetler, Khun vasıtasıyla Türkler arasındaki birlik hissini yıkabilmek için yeni bir çalışma yürütmeye başlamışlardır. Khun’un önderliğinde teşkil edilen bir ilmi komisyon, Türk boyları= ayrı milletler ve bunların şivelerinin de müstakil diller olduğunu güya delilleri ile ortaya koymaya çalışmıştır.
Ayrıca Türk lehçelerini ayrı bir dil olarak kullanabilmeleri için Rusça ıstılahlar ve bazı teknik terimler de sokmuşlardır. Sovyetlerin bu faaliyetleri, çok geçmeden Türk aydınlarını Türkçe’yi müdafaaya sevketmiştir. Türkistanlı ve Azerbaycanlı dil bilginleri, edebiyatçılar ve şâirler tertip ettikleri ilmi kongrelerde, eski müşterek edebi dil an’anelerine yabancı kelimeler yerine Türkçe kelimeler kullanmak ve Türkçe terimler yaratmak suretiyle ortak ilim dili meydana getirmek istediklerini ortaya atmışlardır.
Onların bu tabii istekleri Sovyetlerce tepkiyle karşılanmış ve bu aydınlar “gerici, pantürkist, panturanist” damgalarıyla tasfiye edilmişlerdir. Bununla da yetinmeyen Sovyetler bütün okullarda Rusça öğrenimini mecburi hale getirmiştir. Dil sahasında Türk cumhuriyetlerinin uğradığı bu baskıya karşı, bir müddet sonra, Türk münevverleri şuurlu bir mücadele başlatmışlardır. Cengiz Aytmatov ve Olcay Süleymanov gibi edip ve şairlerini liderliğinde yapılan bu mücadele bugün iyi bir seviyeye ulaşmış, Türk dili üzerindeki çalışmaları hızlandırmıştır. Bununla beraber, Sovyetler’in Türk lehçeleri üzerinde yaptıkları tahribatın acı izlerinin kısa sürede kaybolması da mümkün değildir.
Prof. Dr. Alâeddin Yalçınkaya