eyami Safa merhum Osmanlıca, Türkçe, uydurmaca adlı eserinde: “Kalemi elime aldığım günden beri Türkçenin müdafaası için yazdığım satırları birbirine eklesem İstanbul-Ankara şimendifer hattından daha uzun olur” diyor. Düşündüm, bu hakîr-i pür-taksîrin yazılarını toplasalar karayolundan Bolu dağına varır herhalde dedim. Bu vurdumduymazlık karşısında yolumuz uzun görünüyor.
Bir milletin can damarı olan dili üzerinde yapılacak çalışmaların besmelesi ilme itaattir. Dil ilmi üzerinde hiçbir fikri olmayan, üstelik niyeti bozuk bir takım kimselerin, ne yazık ki, başıboş kalmış Türkçemizle her çâreye başvurarak oynamalarına göz yummak dilin, dile bağlı olarak düşüncenin ve nihayet milletin rahatsızlanmasına göz yummak olur. Vatandaşının sağlığını korumak için üfürükçülüğü yasaklayan Devlet, dil üfürükçülerinin hem de kurum kurum kurularak Türkçemizi mahvetmelerine seyirci kalamaz. Zira bilinmelidir ki, dilin olmadığı yerde Devlet de yoktur.
Dilin sadeleşmesi ve zenginleşmesi başka bir şey, basitleşmesi ve yoksulluğa düşmesi başka bir şeydir. Tarihte Allah! Allah! naralarıyla uğuldayan, kasırgalar koparan Türk askeri harbe vatanı, milleti, devleti, istiklâli, hürriyeti, şerefi, namusu için girer ve bu suretle zaferden zafere koşar: Allah, vatan, millet, devlet, istiklâl, hürriyet, şeref, namus, zafer Arapçadan alınmıştır ama bu heybetli kelimeler bu mefhumlar için şehadet şerbetini içen yeniçeri gibi Türk oğlu Türk’dür. Her Türk’ün kafasında ve gönlünde yaşayan kelimelere musallat olmak, onların yerine öz gibi göstererek ne idüğü belirsiz, çerden çöpten, cılız “sözcük”leri yerleştirmeye çalışmak millî hafızamızın, zihnî ve lıissî alışkanlıklarımızın bozulmasına sebep olur.
Prof. Dr. Beynun Akyavaş