TarihTürkiye’deki Türk Dünyası

Seyyid Alâeddin Ali Semerkandî

O

smanlı Devletinin kuruluş yıllarında Anadolu’da yaşayan velîlerden. İsmi Alâeddîn Ali bin Yahyâ es-Semerkândî’dir. Soyu Peygamber efendimize sallallahü aleyhi ve sellem ulaşır. Semerkand’da doğdu. Semerkand, Buhârâ, Taşkent gibi ilim merkezlerinde ilim tahsil etti. Tefsîr, fıkıh ve tasavvuf, ahlâk ilimlerinde yüksek derecelere ulaştı. Daha sonra Anadolu’ya hicret etti. Lârende’ye (Karaman’a) geldi.

Seyyid Alâeddîn Ali Semerkandî hazretleri, evliyânın önde gelenlerinden idi. 1330  senesi vefât eden Hanefî mezhebi fıkıh âlimlerinden Alâeddîn el-Buhârî’den de icâzet aldı. Mantık ve Tefsir ilminde, yüksek dereceye kavuştu. Zâhirî ve bâtınî ilimlerde yetişip tasavvuf yolunun feyzlerine kavuştu.
Seyyid Alâeddîn Semerkandî, senenin büyük bir kısmını oruç tutarak, gecelerini namaz kılarak, gündüzleri de talebelerine ders vererek geçirirdi. Kur’ân-ı kerîmi tecvîd üzere okur ve tefsîrini yapardı. Nefsini terbiye etmek için çok riyâzet ve mücâhede eder, nefsinin istediklerini yapmaz ve istemediklerini yapmak için uğraşırdı. Dünyâya hiç meyletmez, haramlardan şiddetle kaçıp, mübahların fazlasını da terkederdi. Cenâb-ı Hakk’ın kudreti ile tayy-i mekân eder, kısa zamanda bir yerden diğer yere gider, sabah namazını Kâbe’de kılıp, güneş doğmadan tekrar evine dönerdi. Sabah olunca, talebelerine zâhirî ve bâtınî ilimleri öğretir ve en iyi şekilde yetiştirmeye çalışırdı. Öğleden önce bir müddet kaylûle yaparak, sünneti îfâ ederdi.
Bir gün Semerkand’a, mecûsî iken hıristiyanlığı seçmiş bir râhib geldi. Îsâ aleyhisselâm hakkında asılsız şeyler söylüyor, ona (hâşâ) ilâhtır, diyordu. Pekçok bozuk ve bâtıl delîller göstererek, halkın îtikâdını sarsıyordu. Üstelik sorduğu suâllere, âlimler dahî cevap veremiyordu. Bu râhip, Semerkand Sultânı Hâlid’e haber göndererek; 
“- Âlimlerinizle münâzara etmek üzere geldim. Eğer âlimlerinizden biri beni susturabilirse müslüman olurum. Bütün servetimi de İslâmiyet için harcar, bu dînin yayılmasına çalışırım. Şâyet galip gelirsem, Semerkând’ın vergisini isterim.” dedi. Sultan Hâlid, âlimleri toplayarak durumu anlattı. Onlar da; 
“- Bir râhip nedir ki, cevap vermekte âciz kalalım. Onunla her zaman münâzaraya hazırız.” dediler. Bir gün tâyin ederek, câmide toplandılar. Râhip sorularını sordu. Fakat âlimlerin cevâbı iknâ edici değildi. Bunun üzerine gurûrlanan râhip, sultânın huzûrunda; 
“- Gitmediğim memleket kalmadı. Sorularıma hiç kimse cevap veremedi ki, sizin  âlimleriniz cevap versin!” gibi edebe uymayan ileri-geri laflar etti. Sultan üzüldü. Bu sırada âlimlerden bâzıları huzûra çıkıp; 
“- Efendim! Bu râhibe ancak Seyyid Alâeddîn hazretleri cevap verir, onun üstesinden gelir. Yalnız o, şu anda kırk günlük bir halvete, yalnızlığa girdi, nefs terbiyesi ile meşgûldür. Kolay kolay gelmez. Ancak dîn-i İslâm için izin verilirse gelebilir.” dediler. 
Sultan memnûn oldu ve râhibden kırk günlük mühlet istedi. Hemen Seyyid Alâeddîn hazretlerine verilmek üzere bir mektup yazdırdı. Mektup gönderilmek üzere iken, saraya bir kimse çıkageldi ve sultana bir mektup sundu. Hâlid, mektubu okudukça hayretten hayrete düşüyordu. Sevincinden Cenâb-ı Hakk’a şükrediyordu. Orada bulunan âlimler merâk ederek sebebini sordular. Sultan, mektubu getiren kimseye sesli olarak okuttu. Mektubun başında, Allahü teâlâya hamd, Resûlüne salevât ve Emîr Hâlid’e duâdan sonra yazıyordu ki:
“- Bu mübârek günde, büyük dedem, insanların ve cinnin Peygamberi ve âlemlere rahmet olarak gönderilen Resûlullah efendimiz bu fakîre merhamet ederek göründüler”

Buyurdular ki: 
“Evlâdım Alâeddîn! Halvetine son verdim. Allahü teâlânın kullarını irşâd etmek, onlara dîn-i İslâmın emir ve yasaklarını bildirmek için dışarı çık. Allahü teâlânın izniyle pekçok kimsenin hidâyete kavuşmasına sebeb olacaksın. Türbemi ziyârete gelmeden önce Semerkand’a git. Oraya ümmetimin âlimlerine ezâ ve cefâ veren bir râhip geldi. Ona lâzım olan cevâbı vererek hidâyete gelmesine vesîle ol, ümmetimi de sıkıntıdan kurtar.” 
Bu haberi size ulaştırmak üzere mektup yazıp, “Derviş Cihangir ile gönderiyorum. Sevinmeniz için böyle yaptım. Bugün biz de gelirdik, fakat Peygamber efendimizin işâreti üzerine yarına kaldık.”
Alâeddîn’den gelen bu mektubu herkes hayretle dinliyordu. Mektup okunduğunda tekbir sesleri kubbeyi çınlatıyordu. Seyyid Alâeddîn’in bulunduğu yer ile Semerkand arası on yedi günlük yol idi. Bir günde bu yolun katedilip gelindiğini öğrendiklerinde, bütün âlimler; “Allahü teâlâ her şeye kâdirdir.” diyorlardı. 
Ertesi günü sabah namazından sonra, Sultan Hâlid ve tebeası, Seyyid Alâeddîn’i karşılamak üzere şehir dışına çıktılar. Kuşluk vakti idi, başta Seyyid Alâeddîn hazretleri olmak üzere, arkasında pekçok evliyâ, grup hâlinde göründüler. Seyyid Alâeddîn beyaz bir ata binmiş, yeşil elbise giymişti. Diğer velîler, etrâfında ve arkasında ağır ağır yürüyorlardı. Bu heybetli manzara karşısında herkes heyecanla ayağa kalkıp, o tarafa doğru hürmetle yürümeye başladı. Başta Sultan Hâlid olmak üzere, herkes atından inmişti. İki cemâat karşılaştıklarında, Sultan Hâlid, Seyyid Alâeddîn’in ellerini öptü. O da Sultânın gözlerinden öptükten sonra; 

“- Ey Sultan Hâlid! O râhip, dostlarımızı üzmüş. Dedemiz, âlemlere rahmet olarak gönderilen sevgili Peygamberimi  işâret buyurdular. Allahü teâlânın izniyle râhibin hidâyete gelmesine vesîle olacağız.” buyurdu.
Cemâat büyük câmide toplandı. Râhibe haber gönderildi. Râhib, Seyyid Alâeddîn hazretlerini görünce, heybetinden titremeğe başladı ve; 
“- Ben, Allahü teâlâya ve O’nun Resûlü Muhammed aleyhisselâmın Peygamberliğine inandım.” dedikten sonra, Seyyid Alâeddîn’in elini öptü ve: 
“- Bu gece rüyâmda zât-ı âlinizi gördüm. Bütün suâllerimi sorup, hasta kalbimin şifâsı olan cevaplarınızı öğrendim. Artık hiç şüphem kalmadı ve sormama da lüzum yoktur. İslâmiyetin hak din olduğunu anladım. Îmân edip müslüman olmakla şereflendim.” dedi.
Herkes hayret edip, ziyâde sevindiler. Seyyid Alâeddîn gülümseyerek, râhibe; 
“- Şimdi tertemiz, günahsız bir müslüman oldun. Cenâb-ı Hak râzı olsun. Fakat dostlarımızın da istifâde etmesi için suâl sorunuz” buyurunca, o; 

Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm; “Ümmetimin âlimleri, İsrâil oğullarının peygamberleri gibidir.” buyuruyor. 

Îsâ aleyhisselâm ölüleri diriltirdi, bu ümmetten böyle bir şey olmuş mudur? Bunun îzâhını istiyorum.” dedi. Bu sırada Sultan Hâlid’in sarayından bir hizmetçi gelip, Sultân’a; 

“- Efendim! Hasta olan kızınız rûhunu teslim etti.” dedi.

 Bu haber karşısında herkes çok üzüldü. Seyyid Alâeddîn ise, başını önüne eğerek murâkabeye varıp, Allahü teâlâya yalvarmaya, duâ etmeye başladı. Herkes Seyyid’in bir şey söylemesini bekliyor ve çıt çıkmıyordu. Sultan Hâlid de aynı vaziyette bekliyordu. Bu hâl üç saatten fazla sürdü. Sonunda Alâeddîn hazretleri başını kaldırarak tebessüm etti ve; 

“- Ey Sultan! Kızınız, Allahü teâlânın izniyle sıhhate kavuştu. Şu ânda yemek yiyor. Sarayınıza gidiniz, bu hâli göreceksiniz.” buyurdu. 

Bu haber herkesi heyecanlandırdı. Böylece Seyyid Alâeddîn, müslüman olan râhibin suâline kâl (söz) ile değil, hâl ile (iş yaparak, göstererek) cevap verdi. Seyyid Alâeddîn vazifesinin bittiğini belirterek, oradakilerle vedâlaşıp, berâber geldiği velîler ile birlikte ayrıldılar. Onlar gittikten sonra, Sultan Hâlid, müslüman olan râhib ve halk, saraya doğru heyecanla yürüyerek, bir ân once verilen haberin doğruluğunu öğrenmek istediler. Saraya yaklaştıklarında, bâzı kimselerin Sultân’a müjde vermek için koştuklarını gördüler. Karşılaştıklarında, Sultâna; 

“- Efendim! Kızınız vefât etmişti. Birkaç saat sonra tekrar dirildi. Hayret ettik. Size bu haberi müjdelemek için geldik.” dediler. 
Sultan ve yanındakiler birbirlerine, bunun Seyyid Alâeddîn’in büyük bir kerâmeti, himmeti ve bereketi olduğunu, onun, Allahü teâlânın katında derecesinin ne kadar yüksek olduğunu söylediler. Sultan Hâlid’e müslüman olan râhip; 
“- Seyyid Alâeddîn hazretleri, beni, tereddüde mecâlim kalmayacak şekilde iknâ etti, irşâd etti. Allahü teâlânın izni ve onun sebeb olması ile, Elhamdülillah hidâyete kavuştum. Bu canım sağ oldukça İslâmiyete bedenimle ve malımla hizmet edeceğim.” dedi.

1456  târihinde yüz elli yaşlarında iken vefât etti. Kabr-i şerîfi, İçel’e bağlı Gülnar ilçesinin Zeyne kasabasındadır. Seyyid Alâeddîn Ali Semerkandî hazretlerinin türbe, mescid, zâviye ve vakfiyesi buradadır.


Kaynak

İlgili Gönderiler

1 / 63