Güneşli, sıcak bir gün. Semerkant baharda yazı yaşıyor. İri Semerkant gülleri hızla açıyorlar. Siyah başlı, kara gözlü bülbüller ağaçlarından inip tur atmaya çıkmışlar yollara. Şehir binbir gece masallarının gizemi içinde pazarları, meydanları, camileri ve altın kubbeleriyle güneşte pırıl pırıl… Sanki semanın örtüsüyle kardeş o turkuaz çinilerle işlenmiş devasa türbenin önünde başörtülü bir kadın yolumu kesiyor:
– “Nereden geliyorsunuz siz?”
– “Türkiye’den.”
– “Alınız şunu.”
Elime tutuşturduğunun ne olduğunu bakmaya fırsat bile bulamadan Gur-u Emir’in kapısında kaynaşan kalabalığa karışıp kayboluyor gözden. Avucumu açtığımda verdiği şeyin küçük bir resim olduğunu görüyorum. Yıpranmış, buruşmuş. Belli ki tören sırasında yakaya takılmak üzere dağıtılan kızıl rozetlerin yerini almış kağıt rozetlerden biri. Üzerindeyse Emir Timur’un resmi var. İçeri pirince o kadını arıyor gözlerim.
Ama ona benzeyen, rengarenk, ince kadife ve basmadan mahalli elbiseler giyen onlarcası var emirin türbesinde. Saygıyla dua ederek tavaf ediyorlar. Coppanlarıyla uzak köylerden, kasabalardan gelmiş sakallı Özbekler, öğrenciler… Sanki türbe ziyaretinden çok savaşmaya hazırlanan bir ordunun askerlerini andırıyorlar. Timur’un eşleri, şehzadeleriyle birlikte büyük saygı beslediği hocasının ayakucuna gömülmüş ebedi uykusunu uyuduğu zemin katındaki, alçak tavanlı asıl mezar bölümünde mermer sandukaların başında hafızların okuduğu Kur’an duyuluyor.
Kadınlı-erkekli küçük dua orduları emirlerinin ruhuna fatihalarla hediye gönderiyorlar. Babası da kendisi de Nakşibendiye tarikatından olan Timur’un türbesinde “Görmeyi bilen gözler için şu an Özbekistan’ın nabzı atıyor” diye düşünmeden edemiyorum. Sanki emir, buradan mezarından ülkesine, Orta Asya’ya yön veriyor. O yeryüzünü sarsmış müthiş tarihin mimarinin sırları hala aydınlanmamış iktidarının gölgesinde Özbekistan ve bütün Türkistan yeni bir hedef arıyor.
Semerkant’ta Gur-u Emir’in bulunduğu meydan bizzat Cumhurbaşkanının sık sık şehre gelerek denetlediği çalışmalarla genişletilmiş. Çevresindeki, gereksiz binalar yıkılarak anıt-mezar beş yıl süren restorasyon ve çevre düzenlemesi çalışmalarıyla yeniden onarılarak ziyarete açılmış. Kendisi de Semerkantlı olan İslam Kerimov, kentin girişine Timur’un bağdaş kurmuş, elinde kılıç olan büyük, devasa bir tunç heykelini diktirmiş.
Semerkant’a girerken dörtyol kavşağının ortasında onunla karşılaşıyorsunuz. Kılıncım bende uyandırdığı ilgi başka bir hikayeyi çağrıştırıyor. Taşkent’ te bağımsızlık ilanının ilk yıllarında dinlediğim hikayeyi:
Onu bana anlatan, Doğu’nun muammalarından birinden bahsedercesine “Eski efsaneler özellikle de kılıç efsanelerindeki tılsım bizde çok daha anlamlıdır” demişti:
“Moskova’nın İvanovo semtinde, gözlerden uzak kalmış bir eski Sovyet müzesinde Taşkent’teki bir adamın hemen her gece düşlerine giren bir kılıç var. Kimi zaman hiç bir ziyaretçinin uğramadığı tenha müzenin salonlarından birinde cam muhafazalığı içinde fazla dikkat çekmeyen altından kılıcın sahibi Emir Timur’du. Bütün zamanların en büyük Türk hakanı… Her savaşın da belinde taşıdığı, ön saflarda bizzat döğüşerek düşmanlarını öldürdüğü bu kılıca Özbekistan yeniden sahip olmak istiyor. Ancak Rus hükümeti nezdindeki girişimler şimdilik sonuçlanmadı.
Özbekistan ülkesinde halk hatta yöneticiler arasında yaygın inanca göre, bu kılıcı burada kim yeniden kuşanırsa büyük hakana açılan doğu, batı, kuzey güney yolları onada açılacak. Şu kurduğumuz devlet Çağatay devletinin yüzyıllar sonra ilk varisi değil mi? Tam bilmiyorum ama Moskova’daki kılıç, Rus arkeologları onun Sermerkant’taki mezarını açıp ruhunu rahatsız ettikleri zaman diğer bazı eşyalarıyla birlikte Moskova’ya götürülmüş, bir daha geri verilmemiş.”
Ruslar, Moskova’yı tam bir yıl işgal altında tutan Emir Timur’un kılıcını İvanovo’daki müzede tutmakla onun saltanatının yeniden dirilişini önlemek istiyorlar herhalde diye düşünüyorum. Özbekler’deki inancı bildiklerinden kılıcı iade etmek işlerine gelmiyordur belki de.
Geniş, uzun parkları, sarı yüzeyiyle çelişki oluşturan ağaçları, tek tük turist kafilelerini çekmeye başlayan yeni otelleriyle bir zamanlar “Cihanın merkezi” diye anılan Semerkant İslam’ın beş kutsal şehri arasında sayılıyor. Diğerleri Mekke, Medine, Şam ve Buhara…
Sonra akşam iniyor, usul bir rüzgar kuşların kubbelerin üzerinde attıkları turları yavaşlatıp, ağırlaştırıyor. Timur’un başkenti, gece ebedi yıldızların altında yeniden doğuyor. Anlatılmaz bir huzur, belki de herşeyden bir vazgeçiş anının büyüsünü yaşıyorum. İşte o zaman yıldızlara bakıyorum Registan meydanından geçerken. Burada onlar hem geçmişi hem de geleceği işaret edercesine bir başka parlıyorlar…
İrfan Ülkü