SultanlarTürk Sultanları

Selâhaddîn Eyyûbî

E

yyûbîler Devleti’nin kurucusu. İsmi, Yûsuf Selâhaddîn bin Eyyûb bin Sâdî, künyesi; Melik Nasır Ebû Muzaffer’dir. 1137 senesinde Suriye’nin kuzeyindeki Tikrit’te doğdu. Babası Azerbaycan’da Erivan’ın Devin kasabasından olan ve Hazbânî kabîlesine mensub bulunan Necmeddîn Eyyûb’dur. O sırada Irak Selçukluları sultânı Mes’ûd’un, Haleb ve Musul bölgesi Atabeği Nûreddîn bin Zengi idi.

Necmeddîn Eyyûb, kardeşi Şirkuh ile Haleb ve Musul atabeği Nûreddîn’in hizmetine girdi. Bir süre sonra Tikrit muhafızlığına getirildi. Çocukluğu Tikrit, Ba’lbek ile Şam şehirlerinde geçti. İyi bir tahsil ve terbiye gören Selâhaddîn Eyyûbî; Hafız Ebû Tâhir es-Silefî, Ebû Tâhir bin Afv, Kutbüddîn Nişâbûrî, Abdullah bin Berrî en-Nahvî gibi pek çok âlimden fıkıh ve hadîs-i şerîf öğrendi. Kur’ân-ı kerîmi, fıkıhtan Tenbih ve şiirden Hamâse kitabını ezberledi. Zamânın fıkıh âlimlerindendi.

Selâhaddîn Eyyûbî, haçlı tehlikesini ortadan kaldırdıktan sonra, memleketin îmârı, âsâyişi ile Müslüman halkı düşmana karşı daha iyi korumak için çalıştı. Bir çok tedbirler düşünüp, tatbikat safhasına koydu. Fakat müzmin olan hastalığının nüksetmesi üzerine yatağa düştü. Hayâtından ümîdinî kesip öleceğini anlayan Selâhaddîn Eyyûbî, hazırlattığı kefenini bir mızrağın ucuna bağlattı. Mızrağı bir tellalin eline vererek sokaklarda;

 “İşte! Sultan Selâhaddîn bu kadar üstün mevkîlere sâhib olup, şan ve şerefe kavuşmuş olduğu hâlde, dünyâdan bu kefenle gidiyor!” diye bağırtarak; makam ve rütbesinden dolayı gururlananlara güzel ve ibretli bir ders verdi.

Selâhaddîn Eyyûbî, 1193 senesi Safer ayının yirmi yedinci günü Şam’da hasta yatağında Kur’ân-ı kerîm dinliyerek fâni âlemden hakîkî âleme göç etti. Yirmi beş senelik vezirlik ve sultanlık hayâtı, hep İslâmiyet’e hizmetle geçmiştir. Târihte pek nâdir yetişen şahsiyetlerden biri idi.

Sultan Selâhaddîn, ilme çok değer verir, âlimleri himaye ederdi. Yüksek insanî meziyetlere sahip, iyi huylu, cömert, âdil, kültürlü ve müsamahakâr bir hükümdar idi. Ülkesine her taraftan, ilim sahipleri gelir, verdikleri derslerle insanlara hizmet ederlerdi. Onun Zamânında Şam medreselerinde ders veren altı yüzden fazla fakih vardı. Tabibler, edebiyatçılar, şâirler, matematikçiler, kimyagerler, mîmârlar ve diğer ilim sahipleri memleketin gelişmesi için canla başla çalışırlardı.

Selâhaddîn Eyyûbî, komutan ve memurlarıyla bir arkadaş gibi samîmî olarak konuşur, rıfk yâni yumuşaklık ile muamele ederdi. Bundan dolayı herkes, fikrini ve arzusunu çekinmeden söylerdi. Zamânında yetişen âlimlerden İmâdüddîn el-Kâtib onun hakkında şöyle demektedir: 

“Sultan ile oturan bir kimse, onunla oturduğunun farkına varmaz, bir arkadaşıyla oturuyor zannederdi. Anlayışlı, dînine bağlı, temiz, hatâları affeder, kusurları görmemezlikten gelir ve kızmazdı. Asık suratlı durmaz, dâimâ tebessüm eder vaziyette olurdu. Bir şey isteyeni, boş çevirdiği görülmezdi. Herkese çok nâzik davranır, kimseye kaba hareketlerde bulunmazdı. Söz verdiği zaman yerine getirirdi.”
Abdüllatîf el-Bağdâdî de buyuruyor ki: “Selâhaddîn Eyyûbî’yi heybetli bir kimse olarak gördüm. Sözleri, kalblere tesir edici idi. Yanına ilk girdiğim gece, meclisini âlimlerle dolu gördüm. Her biri çeşitli ilimlerden konuşuyorlardı. Sultan’ın yakınları, onu kendilerine örnek alıyorlar, iyilikte yarış ediyorlardı. Müslüman olsun, kâfir olsun herkes Sultan’ı çok seviyordu. Onun ölümüyle, insanlar hakîkî bir babayı kaybettiler, ölümüne üzülmeyen kimse kalmadı.”

Selâhaddîn Eyyûbî, düşmana karşı da, İslâmiyet’in adalet ve ihsan kurallarından hiç bir zaman ayrılmazdı. Haçlılar esir Müslümanları kılıçtan geçirdiği zaman, elindeki Hıristiyan esirlere, İslâmiyet’in emrettiği şekilde güzel muamelede bulundu. Hiç bir zaman onlar gibi yapmadı.

Ilık su istediği hizmetçisinin önce kaynar, sonra da buz gibi soğuk su getirmesi karşısında bile onu azarlamayıp; “Sübhânallah! İstediğimiz gibi bir su dahi içemiyeceğiz” demekle yetindi. 
Mısır ve Kudüs’ü fethedip, hazînelere sâhib olduğu hâlde, ömrü boyunca bir asker gibi yaşadı. Lüzumsuz hiç bir şeye harcama yapmayıp, parayı zarurî ihtiyaçlara ve askerî malzemelere sarf etti. öldüğü zaman cebinden bir altın ile bir kaç gümüş para çıktı. Çok cömert idi. Akka muhasarası için geldiğinde, on binden ziyâde atını askerlerine dağıttı ve binecek bir ata muhtaç kaldı.

Çok cesur idi. Baştan başa çelik zırhlarla kaplı olan haçlıları; göğsü açık, îmânlı bir grup askeriyle perişan ederdi. Hattâ bir defasında da; “Et iken demirle çarpışıyoruz, yüz olursak, karşımıza bin düşman çıkıyor, kaleler ateş saçıyor, denizler düşman kusuyor” demekten kendini alamadı. Yaptığı bütün harplerde, askerlerinin sayısı, düşmandan az idi. Bütün muharebelerini, İslâmiyet’i yüceltmek ve Müslümanları haçlıların zulmünden korumak, devletini düşman çizmesinden muhafaza etmek için yaptı.

İlme ve ilim sahiplerine çok ehemmiyet veren Selâhaddîn Eyyûbî, Mısır sultânı olunca, Şâfiî, Mâlikî, Hanefî ve Hanbelî mezheblerine göre tedrisat yapan medreseler yaptırdı. Kâhire, Şam, İskenderiyye gibi şehirler birer ilim merkezi oldu. Kendisinden önce yapılan pek çok câmiyi tamir ettirdi. Haçlılar tarafından saray hâline getirilen Mescid-i Aksâ’yı yeniden câmi hâline getirdi. Mihrâbını ve bir çok kısımlarını mermer ve mozaiklerle kaplattı. Sultan Nûreddîn’in Haleb’de inşâ ettirdiği meşhur Agâh minberini getirtip, câmiye yerleştirdi.

Kaynak

İlgili Gönderiler

1 / 42