Medeniyetimiz

Busbecq’in Kaleminden Osmanlı Ordusu

resim

A

vusturya elçisi olarak 1554 senesinde Türkiye’ye gelen Busbecq 1562
senesine kadar devam eden sürede müşahedelerini dört mektup halinde yazmıştır. Busbecq’in
Osmanlı ordusu hakkındaki müşahedeleri aşağıdadır. Editör.

Ordunun Resmi Geçiş

Süleyman’nın (Kanuni) Anadolu’ya
geçmek üzere İstanbul’dan hareketini 1559 yılı Haziran ayının 5. günü
seyrettim. Bu muhteşem ordunun geçişi seyretmek benim için büyük bir zevk oldu.
Gureba ile ulufeciler atları üzerinde ikişerli, silahtarlarla sipahiler ise tek
sıra halinde gidiyorlardı. Padişahın hassa kuvvetlerindeki süvarilerdi bunlar.
Her kısmın karargâhları ayrıdır. Bu süvarilerin miktarının altı bin civarında
olduğu söyleniyor. Sultanın, paşaların ve diğer yüksek zevatın esirlerden teşkil
edilmiş kalabalık maiyetleri vardı.

Türk atlılarının pek zarif bir
görünüşleri vardır. Eğer takımları kıymetli taşlarla, gümüş sırma ile işlemeli
iyi cins atlara binmiş süvarilerin ipekli elbiseleri alın ve gümüş sırmalar
içinde pırıl pırıl parlar. Bu elbiseler ipek veya atlastan da yapılır.
Elbiselerinin renkleri çok çeşitlidir. Kırmızı, yeşil, mor… İki taraflarındaki
nefis birer kılıfın birinde yay, diğerinde açık boyanmış okları bulunur.
Kendilerini ok ve diğer vuruşlara karşı koruyacak olan kalkanları sol kollarına
bağlanmıştır. Bütün bunlar Babil işçileri tarafından özenerek yapılmışlardır.
Kalkanları sadece ok veya sopa yahut da kılıç darbelerine karşı vücudu korumaya
yarar.

Süvarilerin sol ellerinde yeşil
renkli hafif bir mızrak bulunur. Bellerinde değerli taşlarla süslenmiş bir
kılıç, eğer çelik bir sopa asılıdır. Bu kadar silahı ne yapacaklar diye bir
soru aklımıza gelebilir. Bütün bu silahların hepsini kullanırlar.

Bir adamın nasıl olup da hem yayı
hem de mızrağı kullanabildiğini belki merak edeceksiniz. Acaba mızrağını attığı
yahut da mızrağı kırıldığı zaman mı yayı kullanacaklar, diyeceksiniz. İzah
edeyim; yay kullanmak icap ettiği zaman süvari, daha hafif ve kullanması kolay
olan mızrağı ucu arkada kalacak şekilde atın eyeriyle kendi kalçasının arasına
sıkıştırır. Dizleriyle sıkıştırarak düşmesini önler.

Mızrağı kullanması gerektiğinde
yayı sol kolundaki kılıfa geçirir. Devamlı talimlerle bu işleri yapmakta
çabukluk ve ustalık kazanmışlardır.

Başlarına ince pamuklu kumaştan
çoğu defa siyah tüllerle süslü bembeyaz sarıklar sararlar. Sarığın tam
ortasında kırmızı renkli bir ipekli kumaşın sivri ucu sallanır.

Süvarilerin arkasından hepsi aynı
renk ve biçimde elbiseler giymiş yeniçeriler geçmeye başladı. Bunlar umumiyetle
silah olarak sadece tüfek taşırlar. Hepsini aynı efendinin uşaklarına
benzetebilirsiniz. Bunların göze çarpacak bir kıyafetleri yoktur. Alınlarına
taktıkları sorguç yegâne süsleri teşkil eder. Ellerinde de bir tuğ taşırlar.
Sorguçlarından dolayı hareket halinde bir orman manzarası arz ederler.

Arkadan yüzbaşıları, albayları ve
en sonunda ata binmiş olduğu halde başkumandanları görülür. Bunların hepsinde
rütbeleri gösteren işaretler vardır.

Daha geride yüksek rütbeli erkân
ve paşalar geliyorlar. Sonra, özel üniformaları, silah ve teçhizatlarıyla Sultanın
muhafız kuvvetleri geliyor.

Bu kuvvet gayet iyi ok kullanan
askerlerden meydana gelmiştir. Bunların arkasından Sultanın, seyisleri
idaresinde, çok güzel ve gayet süslü atları göründü.

Sultan (Süleyman) şahane bir at üstünde kaşları çatılmış, yüzünde sert ve heybetli bir ifade olduğu halde geçti. En
geride iki yüz kadar süvariden ibaret bir birlik alayın artçılığını yapıyor.

Karargâh

Birkaç gün sonra karşı sahile
geçerek Türklerin karargâhlarını görmek istedim. Dost bir hükümdarın
temsilcisine karargâhlarında iyi davranmayı çıkarlarına uygun buldular ki yakın
bir köyde yerleşmek için yer ayrıldı. Ben de oraya rahatça yerleştim. Türkler
açık sahada çadırlarda yaşıyorlardı. Tam üç ay burada kaldım. Bu suretle
karargâhları gezmek, onlardaki disiplin sistemini incelemek fırsatını buldum.

Hıristiyanların buralarda giymeye
alışık oldukları bir elbiseyi sırtıma geçirip kendimi tanıtmadan yanımda birkaç
arkadaşla her tarafı dolaştım. Çeşitli birliklerden askerlerin kendi
karargâhların dışına çıkmamaları dikkatimi çeken ilk şey oldu. Bizim
karargâhlardaki durumu bilenler buna kolay kolay inanmazlar. Her tarafta derin
bir sessizlik vardı. Ne bir kavga, ne bir münakaşa, ne de sarhoşluktan ileri
gelen yüksek sesler. Herhangi bir kaba davranış, şiddet ve zorbalık katiyen
yoktur. Ayrıca her yer tertemizdi. Ortalıkta bir tek pislik ve çöp yoktu.

Çirkin görünüşlü yahut fena
kokulu herhangi bir şeye rastlamadım. Böyle şeyleri ya çok uzağa götürüp döküyorlar
yahut da derin bir çukur kazıp gömüyorlar. Yakılacak şeyleri yakıyorlar.

İçki, kumar ve aşırı eğlence
düşkünlüğüne hiçbir yerde rastlamazsınız. Zira Türkler kâğıt ve zar oyunlarını
bilmezler. Oysa bizim askerlerimizde bunlar ne kadar yaygındır.

Bayram Töreni (Bayram Namazı)

Türklerin karargâhtaki bayram
törenini (namazı) görmek için bayramdan evvel İstanbul’a dönmedim. Bu tören
Süleyman’nın (Kanuni) çadırı önündeki açık ve geniş sahada yapılacaktı. Böyle
bir merasimi bir daha görmek kısmet olmaz diye düşündüm. Adamlarıma para vadedip
kendime bir yer temin ettim. Orada bir Türk neferinin yerinde durup töreni
seyredecektim. Tam Sultanın çadırının karşısında ve orayı görebilecek bir yer
idi.

Güneş henüz doğmadan gidip yerimi
aldım. Başları sarıklı büyük bir kalabalığı derin bir sessizlik içinde dini
töreni idare eden (imam) adamı dinlediklerini gördüm.

Açık sahada büyük bir duvar gibi
görünen saflar halinde dizilmişlerdi. En itibarlı kimseler Sultanın bulunduğu
yere yakın duruyorlardı. Bütün ordu aynı üniformayı giymişti. Bembeyaz
sarıklar, rengârenk elbiseler göze pek hoş görünüyordu. Hiç kımıldamadan sanki
toprağa çakılmışlar, kök salmışlar gibi duruyorlardı. Ne bir aksırık, öksürük
ne bir söz, ne de sağa sola bakınma sadece imamın Muhammed (aleyhisselam) adını
söyleyişlerinde hep birden eğiliyorlar, Allah’ın ismi geçince de saygılı bir
tavırla yere kapanıp (secde) toprağı öpüyorlardı.

Türkler dini törenlerde çok
saygılı ve dikkatli bir tavır takınırlar. Çünkü kafaları başka bir şeyle meşgul
olursa yaptıkları duanın (namazın) tesiri olmayacağı inancındalar. Diyorlar ki
bir paşanın karşısında nasıl saygılı vaziyet alıyorsanız insanın yaratıcısı
olan yüce Allah’ın huzurunda da böyle hürmetkâr tavır almanızdan daha tabi ol.

Dua (namaz) biter bitmez saflar
dağıldı, karmakarışık oldu. Her yer insanla dolu verdi. Daha sonra tantanalı
bir törenle sultana yemekler getirildi. Yeniçerilerin büyük bir neşe ve iştah
ile yemek yiyişlerini görmeliydiniz.  Bayram
eğlenceleri onların eski adetlerinin bir gereğidir.

İlgili Gönderiler

1 / 48