Dil ve EdebiyatTürk Dili

Rusya Türklerin Dil ve Edebiyatını Nasıl Tahrif Etti

1

930’a kadar, Orta Asya’da konuşulan bütün diller için Latin alfabesi konulmuş ve okullarda okutulan kitaplar, gazete, dergi ve diğer kitaplar bu alfabeyle yayınlanmağa başlanmıştır. Yeni okumayı öğrenen binlerce çocuk ve büyük sadece Latin alfabesini tanımıştı. Arap harflerini tanımayan bu kişiler, Türkistan’ın klasikleşmiş edebiyat geleneğinden tamamen koparılmıştı.

Kuran ve tefsirleri gibi, Fars edebiyatı, Sa’di, Firdevsi ve Hafızın şiirleri; Semerkant ve Buhara’da, bilimin zirvede olduğu günlerde yazılan eserler, artık tamamen kapalıydı ve hiçbir şey söyleyemiyordu. Yani Sovyet okullarında okuma yazma öğrenenler için edebiyat tahtası tamamen silinmiş ve yeni şeyler yazılmak üzere hazırlanmıştı.

Ancak, Türkiye’nin de benzer alfabe kabulü, Sovyet liderlerinin yeni korkulara kapılmasına sebep oldu. Türkler arasında ortak edebiyat, bu kere Latin alfabesiyle gelişebilir ve Türkistanlılar Ruslardan uzaklaşarak Türkiye’ye yaklaşabilirdi. Bu muhtemel tehlike, Sovyet politikacı ve dilcilerinin dikkatini Türkistan’ın edebi diline çevirdi. 

Özbeklerin, kökü onyedinci yüzyıla dayanan ve Çarlık devrinde de gelişmesini sürdüren bir edebiyatları vardı. 1917 ihtilalinden sonra, Sovyet aydınları bu noktadan hareket ederek Özbek lehçesinden, ayrı bir Özbek dili oluşturmaya çalıştı.

Özbek aydınları, alışmış bulundukları Arap alfabesinin kalmasını tercih ederlerdi, fakat alfabe ne olursa olsun Özbeklere hizmet edebilecek, bütün lehçelerin gramer ve lügatlarının birleştirilmesinden meydana gelen tek bir edebiyat yapabileceklerini umuyorlardı. Buna ilâveten, köylerde konuşulan ve Türkçenin ses uyumu kaidesini kaybetmemiş dile önem veriyor, Farsça tesiriyle özelliğini kaybetmiş Taşkent ve diğer şehirlerde konuşulan dili geri plâna itiyorlardı.

Politik değişme ve endüstrileşme sonucu dile giren, Avrupa asıllı kelimeler yerine, Arap veya Fars asıllı kelimeler alıyor, yahut yeni Türkçe kelimeler türetiliyordu. Gayeleri anlaşma vasıtası olan dili geliştirmekti.

Kazaklar da Çarlık devrinde başlatılan gelişmeyi hızlandırmak için gayret gösteriyor, geleneksel edebiyat şekli olan şiirin yanında, roman gibi yeni edebî şekillerinin de çoğalmasına çalışılıyordu.

Türkmen aydınlarının, edebi gelenekleri sınırlıydı ve yeni Sovyet edebiyatının, daha eskilerden mi geliştirilmesi, yoksa Anadolu Türklerinin edebiyatının mı benimsenmesi üzerinde tartışılıyordu.

Sovyet direktifleriyle hareket eden Rus dilciler, Türkistanlı aydınların hedeflerini hiç dikkate almadı. İlkin, Fars etkisinde, ses uyumu kaidesini tamamen kaybetmiş bulunan Taşkent lehçesi, yeni edebiyatın gramer ve lügatini teşkil etmek üzere seçildi. Diğer taraftan, telaffuz için güney Kazakistan taraflarında konuşulan ve henüz ses uyumunu kaybetmemiş bir ağız ele alındı. Bu lehçe Kazaklar, Karakalpaklar ve Türkmenler tarafından okunup anlaşılıyordu ve Orta Asyalılar arasında yeni ortak dil haline gelemeye adaydı.

1937’de, Özbek edebiyat dili yine değiştirilerek telaffuz olarak da Taşkent, Semerkant, Buhara ve diğer büyük şehirlerde konuşulan ses uyumunu kaybetmiş lehçe benimsendi. Diğer Türkistan cumhuriyetlerinde de Sovyetlerin genel meyli, büyük yerleşme veya idare merkezlerinin ağzını, yazı dili haline getirmekti.

Bu politikanın başarısı tarihte sabitti. Dünyanın birçok yerinde ülke dili, yönetim merkezinden yayılmıştı. Meselâ Fransızca, Fransız krallarının hüküm sürdüğü bölgenin dilinin benimsenmesiyle, yüzyıllar boyunca ortaya çıkmıştı. Sovyet hükümeti, aynı neticeye, metodlarından faydalanarak bir nesil içinde ulaşmak istiyordu. 1930’lada, Orta Asya’da yerleştirilmesi kararlaştırılan lehçelerle okul kitapları, gazete ve diğer kitaplar basılmıştı, ancak bunlar bölgede konuşulan ağızlardan çok farklıydı.

Türkistan’da Latin alfabesinin kullanılması, Rusça’nın daha zorlukla öğrenilmesine sebep oluyordu. 1930’ların sonlarında, Rusça okuyup yazmasını bilen ve ekonomik ve politik mevki kazanmak için bunun gerekliliğini idrak etmiş bir nesil yetişmişti. Üstelik 1932 – 1938 katliamlarıyla, bir kere alfabe değiştirmiş ve ikinci bir değişikliğe karşı daha büyük direnme gösterecek Türkistanlı aydınların çoğu yok edilmişti. Bu katliamların hatırası, kalanlarda da direnme cesareti bırakmamıştı.

1939 – 1940 yıllarında, Sovyet hükümeti Latin alfabesini kaldırarak yerine Kiril alfabesine dayalı bir sistem getirdi. Böylelikle talebelerin iki ayrı alfabe öğrenmek zahmetinden kurtulacağı öne sürüldü. Bu değişiklik, Kiril alfabesinde bulunmayan Türkçe sesler için farklı semboller kullanılmasını da imkân dahiline soktu.

Birleşik Türk Latin Alfabesinde, bütün Türk lehçelerinde bulunan sesler aynı işaretle yazılırken, Kiril alfabesinde aynı ses değişik cumhuriyetlerde, değişik harflerle gösterilmeye başlandı. Karakalpak ağzını, Kazak ağzından farklılaştırmak için bu politikanın uygulanması sonucu öyle telaffuz uygunsuzlukları ortaya çıktı ki, 1954’te Karakalpak imlasında yeni reformlar yapılması gerekti.

Rusça kelimeleri, bu şekilde Türkçe, Farsça ve Arapça sözlerle karşılama temayülü, Rusça terimlerin okullarda, nutuklarda ve gazetelerde ısrarla tekrarı neticesinde yok edildi. Kiril alfabesinin kabulü, Rusça kelimelerin kabulünü kolaylaştırdı. Böylelikle, dilde zaten var olan bazı kelimeler yerine benzer veya aynı anlamlı Rusça sözler getirildi. Mesela “darülfünun” kelimesi yerine, Rusça “üniversitet” konuldu.

Elizbeth E. Bacon

Kaynak

İlgili Gönderiler

1 / 128