Çanakkale, ‘yedi düvel’ bir olup, İslam’a ve Müslümanlara hücum edilen bir taarruza karşı koyma destanıdır.
İngiliz ve Fransızların yanı sıra Avustralyalılar, Yeni Zelandalılar, Güney Afrikalılar ve Kanadalılar bir olup, İstanbul’a göz diktiler.
İngilizlere yardımcı olmak için aylarca bizimle savaşan gönüllü Yahudi taburunu da unutmayalım.
Mevcut tablo, İstanbul’dan yükselen, şu çağrıyı zorunlu hale getirmişti: “Ey Müslümanlar! Biliniz ki devletimiz, İslamiyet’in adüvvü canı olan Moskof, İngiliz ve Fransız Hükümetleri ile muharip bulunuyor. Emir-ul Müminin Hazretleri sizleri cihada davet ediyor.”
Bu davetin tam karşılığı aslında şu soruydu: “Düşmanlarımız burada, dostlarımız nerede?”
Tarafını belli etmek isteyen, on binlerce Müslüman gibi, Boşnaklar, Arnavutlar ve Pomaklar da yollara düştüler. Yeni Pazar’dan, Prizren’den, Üsküp’ten, İşkodra’dan, Kalkandelen’den, Tutin’den, Dragaş’tan, Gostivar’dan, Gelibolu ve diğer cephelere akın ettiler.
Gazi Ahmet Aga Hamzagiç’ın kızı Hatica Hamzagiç, o günleri şöyle anlatıyor: “Boşnaklar, aralarında ‘Curumliya Ordusu’ kurdular. Babam ve dönemin Yeni Pazar Belediye Başkanı Rıza Muratbegoviç, 12 bin 500 kadar genç gönüllüyü Çanakkale’ye götürmüşler.”
Gazi İbrahim Abdurrahman’ın İşkodra’da yaşayan yeğeni Qamil Spahi de benzer şeyler söylüyor: “Dayım, Türklerin yanında yer almak istemiş. Savaşta subay olarak hizmet vermiş.”
Şehit Ömer oğlu Eşref’in torunu Nail Muşka da Kosova’dan sesleniyor: “Dile kolay… Köyümüzden 96 kişi, o topraklar için savaşıp, şehit olmuş.”
Ölümü öldüren bu yiğitleri, oldukça zorlu bir yolculuk bekliyordu.
İşkodra’da yaşayan Kuytim Şimay, dedesi Gazi Din İbrahimi’nin yolculuğunu şöyle anlatıyor: “Ninemin babası Osman ve kardeşi Din, Üsküp’e kadar yürümüşler. Oradan trene binmişler.”
Gitmek kadar dönmek de zordu. Tutinli Gazi Zaim Metsinoviç, gelini Rukiya İsmeta Metsinoviç’e şunları anlatırmış: “Edirne’den geçmek zorundaydık. Atlılar peşimizdeydi. Saklanmak için kendimizi kumla örtük. Atın biri, tam başımın yanından geçti. Onlar gidince kalkıp, yola devam ettik.”
Kalkandelenli Münevver Hiseni, babasının amcası Gazi Kamil oğlu Şevket’in dönüşünü şöyle anlatıyor: “12 sene sonra dönmüş. O kadar zorluk çekmiş ve değişmiş ki, annesi bile tanıyamamış.”
Benzer bir hikaye de Kosova’dan… Muşnikovalı Bayruş İsmaili, dedesi Gazi Rifat Arifi için şunları anlatıyor: “Dedem, savaştan 9 yıl sonra geri dönebilmiş. Türk vatandaşı olduğundan, belgelerine Sırp-Hırvat ve Sloven Kraliyeti vizesi vurulmuş.”
Şimdi soru şu: 1912’de Arnavutluk, ondan çok daha önce Bosna Hersek ve Sancak Osmanlı’dan ayrılmış olmasına rağmen bu insanları Çanakkale’ye çeken neydi? Bu sorunun oldukça dikkat çekici ve net cevapları var.
Kalkandelen’den, Gazi Misin oğlu Bayram’ın oğlu Şerif Süleymani: “Babam, “Türkiye’yi korumak için Çanakkale’ye gidip, düşmanla savaştık” diyordu. Arnavutların, İslam dinini savunmak için savaşa katıldığını anlatırdı.”
Gostivar’dan Şehit Cemil oğlu Şerif’in torunu Prof. Şerif Dehari: “Atalarım Osmanlı’ya duyulan vefa sebebiyle, Çanakkale’ye gittiler. Din uğruna, Türkiye uğruna gittiler.”
Yeni Pazar’dan, Şehit Demço Demçoviç ve oğlu Gazi Ahmet’in torunu Kemal Nikşiç: “Onlar, Osmanlıyı ve İslam’ı savunmak için şehit oldular.”
Onlar, Arnavut ya da Boşnak olsalar da, kaderlerini bir görüyorlardı. Ayrı düştüklerinde, küçük lokmalar halinde yutulacaklarının farkındaydılar.
Tutinli Mirsad Metsinoviç’in dedesi Gazi Zaim Metsinoviç’in ağzından aktardığı şu cümleler bu farkındalığın açık bir ifadesi: “Çanakkale geçilseydi, sadece Türkiye değil, bizim Sancak bölgesi de dahil olmak üzere bütün Balkanlar’ın durumu çok kötü olurdu.”
Kalkandelenli Gazi Kamiloğlu Şevket’in torunu Münevver Hiseni de aynı noktaya işaret ediyor: “Türkiye ne kadar varsa, biz de o kadar varız. O olmazsa, biz de olmayız.”
Ayhan Demir