smanlı Devleti’nin parçalanması, milyonlarca kişiyi mülteci haline getirdi. Batı kaynakları ise bu dönemden bahsederken taraflı davranıyor ve sadece Hristiyanların acı çektiğini anlatıyor. Fakat asıl çileyi Müslüman Türklerin yaşadığı ortaya çıktı. Amerikalı profesör Justin McCarthy tarafından hazırlanan, “Forced Migration and Mortality in the Ottoman Empire” başlıklı kitap ve yayınlanan haritalarda, Osmanlı çatısının çöküşüyle en büyük felaketin Müslümanların ve özellikle de Türklerin başına geldiğini ortaya çıkardı.
Louisville Üniversitesi Tarih Profesörü Justin McCarthy tarafından hazırlanan harita, 1.5 milyon Hristiyanın göç etmesinin yanı sıra 5 milyondan fazla Müslümanın da kendi vatanlarından zorla çıkarıldığını gözler önüne seriyor.
Mc Carty, “Umuyorum ki bu harita bütün bu insanların başına gelen talihsiz olayların gösterilebilmesine imkan sağlayacaktır” dedi. Balkanlardaki Müslüman halkın 1800’den itibaren sürgün hayatının başladığı, Yunanistan’a göç eden Müslüman halkın 1880’den itibaren Yunanlı asiler yüzünden 70 bin Türk’ün ölümlerle birlikte sürgün hayatının başladığını yazdı.
Konuyla ilgili bir açıklamada TCA Başkanı Lincoln Mc Carty tarafından yapıldı. Mc Carty’ye teşekkür eden Mc Carty:
“Bu yayını desteklemek bizim için bir onur. Türk ailelerinde zamanında Yunanistan, Bulgaristan, Makedonya, Kırım veya Kafkasya’dan Türkiye’ye göçe zorlanan ya da Anadolu’daki savaşlar sebebiyle göç etmek zorunda kalmış bir büyükannesi veya dedesi olmayan aileler pek azdır. Bu harita, Osmanlı Devletinin çöküşü sırasındaki Müslüman kayıplarını görmezden gelen bağnazlığa karşı atılmış pozitif bir adımdır” dedi.
Facialardan Bir Vesika
Prof. Dr. Mc Carty’nin daha önce hazırladığı ve Türkçe’ye tercüme edilerek basılan “Ölüm ve Sürgün” isimli kitabın 88,89, 90 ve 91. sayfalardan bazı bölümlerini özetliyerek aşağıya alıyoruz. Editör
” … Filibe’ye daha da çok mülteci geldi, ama Ruslar yaklaşınca çoğu yerinden ayrılıp gitti. Ocak ayında 15 bin dolayında tahmin edilen mülteci kar altında Filibe istasyonunda tren gelmesini beklemekteydi. 1878 Mayısında Filibede 2 bin kadar Türk mülteci kalmıştı ve Bulgarların yıktığı evlerin harabeleri içinde yaşıyorlardı. Filibe’deki mültecilere saldırılar yapıldı, kimi öldürüldü, kimi de ücretsiz olarak zorla çalıştırıldı. Genç Türk kızlarının ırzına geçildi ya da dağa kaldırıldılar. Tifüs salgını azmış durumdaydı. Ruslar, Tifüse yakalananları şehrin dışında bir bataklıkta kurdukları kampa zorla götürüldüler; bu kişiler orada ölüp gitti. Diğer şehirlerde de durum aynıydı.
Bulgaristan’da müslüman mültecilerin başlarına gelenler ve uğradıkları telefat, bütün tüyler ürperticiliğiyle Avrupalı konsolosların ve gazete muhabirlerinin günü gününe yaptıkları bildirimlerde yer almıştır. Mültecilerin kaçış yoluna koyulduğunda düşmanları (Ruslar’ın ve Bulgarlar’ın) yanı sıra soğuk ve açlık idi. Balkan yarımadasında kışın ortasında çok defa yanlarında yiyecek olmadan kaçmaya koyulmuşlardı. Birçoğu ya açlıktan ya da donarak öldüler..
Küçük bir kız çocuğunu bir Alman demiryolu memuru Tatar Pazarcık yakınında tepelerde donarak ölen 400 erkeğin, kadının ve çocuğun oluşturduğu yığın içinde buldu. Çocuk, topluluk içinde canlı kalabilmiş tek kişiydi. Mültecilerin elbise diye neleri varsa bunlar dahi Rus birliklerinin askerlerince ve Bulgarlarca gasp ediliyordu. Konsolosların raporları sürekli olarak içlerinde kadınların ve çocuklarında bulunduğu, çırıl çıplak kalmış mültecilerin kalabalık sayıda olmasına işaret etmişlerdir.
Edirne’nin Kuzey Batısındaki Hasköy’de Ocak ayında 8 binden fazla mülteci toplanmıştı ve kendilerini alıp götürecek trenlerin gelmesini açıkta, barınaksız bekliyordu. Filibe istasyonunda 15 bin kişi, Çorlu’da 20 bin kişi beklemekteydi. Kırsal yöreler daha güvensiz olunca ve 1877 yılı kışı ilerleyince, mülteciler demiryolu boyunca Osmanlı askerlerinin elindeki istasyonlarda nisbeten daha çok güvenliğe kavuşmak için yaya ilerlediler. Birçoğu gidiş sırasında demiryolunun yanıbaşında donarak öldü; oradan geçenler demiryolunun yanı sıra ölü yığını görmeye alıştılar. Mülteciler ısınabilmek için bir araya sokulmuşlar ve bir arada donarak ölmüşlerdi. Nicesi de istasyon binalarının dışında donarak öldü. Trenler geldiğinde havyan vagonlarının içine doldular, kapalı vagonların tepesine tırmandılar. Tek düşünceleri kaçabilmekti.
Bu arada şunu da belirteyim ki kadınlar ve çocuklar herçeşit ihtiyacın zorlamasına karşı direnerek vagonlarda buldukları yerlerden ayrılmamaktadırlar. Çünki yerlerini başkasının kapacağından korkmaktadırlar( dolayısıle orada vagonun içine dışkılıyorlar). Bu yüzden kapalı vagonların içinde havanın tahammül edilmez kokusu akla, hayale gelecek gibi değildir…”
Hayrettin Turan