şağıdaki yazıda siyah harflerle dizilmiş her kelime olduğu gibi Fransızca’dan alınmıştır. Frenkçeden dilimize giren kelimelere eyvallah edip; ecdat yadigarı güzelim kelimelerimize musallat olan öztürkçecilerin (uydurmacıların) dikkatine ithaf olur.
Üniversite rektör, profesör ve asistanlarına hemen her gün rastladığımız bulvarın üzerinde fakülte, enstitü, akademi, sinema, pasaj, butik, şarküteri, parfümeri, büro ve konfeksiyon mağazaları var. Kaloriferli ve asansörlü betonarme apartmanların teras ve balkonlarından silo, baraj botanik parkı ve toptancı hali görülüyor. Panorama fevkalâde!
Motosikletli trafik polisi ekipleri, başlarında komiserleri olduğu halde, kamyonlarla kamyonetleri kontrol ediyorlar. Civardaki kooperatif evleri oldukça konforlu. İyi dekore edilmiş bu evlerin antresindeki portmantoya mantonuzu asıp koridordan geçerek parke döşeli salona girersiniz. Burada tül perdeler, maroken koltuklar, tabureler, şezlong, tablo, biblo, kristal abajur, ampul, büfe, etajer, şömine, portatif radyo, vantilatör ve radyatörler var.
Elektrik kesintisi veya voltaj düşmesi yoksa kapitone kanepenize oturup televizyon programlarını seyredebilirsiniz. Haber bültenlerinde bazı eksantrik parti sözcülerini dinleyerek kültürümüzü arttırıyor, sosyo-ekonomik gelişmeleri öğreniyor, reform, anarşi, petrol, enerji ve teknoloji problemlerini takip ediyor, baro ve sendika başkanlarının politik görüşlerinden istifade ediyor, konsey ve konferanslara gidip gelen delegelerimize, senatörlerimize bakıyoruz. Röportajlar bazen çok monoton.
Patinaj şampiyonası, şampiyonadan ziyade rövü. O ne artistik figürler, o ne dans! Spor değil, âdetâ bale. Yerli filmlerin mevzuu aşağı yukarı aynı. Baş rolde bir karakter artisti var. Baba milyoner bir armatör. Kız kolej mezunu ve tüberkülozdan mıdır, kronik bronşitten midir nedir öksürüyor. Sevdiği genç bir trikotaj atölyesinde teknisyen, liseden ayrılma.
Şefinden aldığı avansla pavyonlarda dolaşıyor. Onun da babası sirklerde çalışan bir akrobat. Bu akrobat baba armatör babaya kendisini amiral olarak tanıtıyor, oğlunun da çalışma ataşesi olduğunu söylüyor.
Bu arada narkotik şube memurlarının takibettiği, esas adı Makbule, takma adı Müge olan bir konsomatris çıkıyor ortaya. Konsomatris aranjman şarkı söylerken o fakir gençle diyalog kuruyor! Bunu öğrenen genç kız depresyon geçirip kliniklere düşüyor. Arkadan babasının tansiyonu yükseliyor ve kalp krizinden ölüyor. Bunlara dayanamayan jön bir taraftan konyak içip bir taraftan sevdiği kızın piyanonun üstünde duran fotografının yanında şarkı söylüyor. Şarkı uzayıp giderken İstanbul manzaraları kartpostal koleksiyonu gibi gözler önüne seriliyor.
Film trajedi mi, komedi mi olduğu anlaşılamadan sona eriyor. En iyisi reklâmlar, üstelik seyretmenin avantajı da var. Konserve reklamlarından pijama reklamlarına kadar hepsini esprisi ve melodisiyle beraber öğreniyoruz.
Bu Türkçeyi dinlerken dilimize karışmış yığınla Fransızca kelimeyi öztürkçecilerin koltuğunun altına vermek ve “öğren de gel” demek gelmiyor mu içinizden!
Prof. Dr. Beynun Akyavaş