nsan konuşan hayvandır tarifine göre sadece konuşmamızla bile hayvandan ayrılıyoruz demektir. Konuşma olmasaydı insan olmayacak, milletden, kültürden ve medeniyetten bahsedilemeyecekti. Dil dediğimiz insanın en büyük harikası olan bu esrarlı sistem insanla beraber yaşıyor, insanla beraber gelişiyor.
“Kişinin kemâli kelâmından belli olurmuş” derler, ancak basit insan basit bir dille konuşur, konuşamaz hale geldiği zaman hayvanlaşır. Kavgaların, döğüşlerin sebebi konuşup anlaşamamanın sıkıntısıdır.
Dildeki değişmeler hücrelerdeki değişmeler gibi hissedilmez bir şekilde olur. Dışarıdan yapılacak müdahalelerse, dili zenginleştirmek gayesiyle, ilme, dilin yapısına, bünyesine, mantığına, zevkine, ahengine uygun bir şekilde dilin ifade edici gücünden, anlatma imkânlarından istifade edilerek yapılmalıdır.
Ortaya konulacak yeni kelimeleri o dilin asıl sahibi olan millet benimserse ne alâ, benimsemezse zorla öğretmeye kalkmamalıdır. Doğrusu budur. Anadilimize, Türkçemize musallat olanlar bunun ya farkında değiller veya dili mahvetmek için uğraşıyorlar. Öyle veya böyle dilin dolayısıyla kültürün mahvolduğu muhakkak.
Dünyanın en güzel dillerinden biri olan caanım dilimiz kuruya kuruya tamtakır kaldı. Söyleyebilirsen söyle, yazabilirsen yaz. Bu uydurma “sözcük“lerle ne konuşulur, ne de yazılır, uydurma dil düşünceyi karşılayamadığı için sıkıntıya düşen insanların haline bakın, zihinleri allak bullak!…
Konuşma özürlüler bile bunlardan daha iyi anlatırlar mutlaka. Sorarsanız dili sadeleştiriyoruz, Arapçadan, Farsçadan kurtarıyoruz diyorlar. Sadeleştirmek, tasfiye etmek, basitleştirmek, fıkaralığa düşürmek demek değildir bu bir, dünya yüzünde başka dillerden kelime almamış ve almayan dil yoktur bu da iki.
Vaktiyle Arapçadan, Farsçadan alınan kelimelerin, terkiplerin bir kısmı unutulmuş, unutulmayanlar ise rahat rahat kullandığımız, hepsi de bir ihtiyaca cevap veren canlı kelime ve terkiplerdir. Bunların çoğunun yabancı olduklarını bile bilmiyor veya hissetmiyoruz. Kaldı ki, dilimizde yalnız Arapça ve Farsça kelimeler mi var? Diğer diller gibi biz de başka dillerden birçok kelime almış, bunların bir kısmını kendimize göre değiştirmiş, bir kısmını olduğu gibi muhafaza etmişiz.
Dünya fırıl fırıl dönüyor. Ortaya süratle yeni yeni mefhumlar, yeni yeni şeyler çıkıyor. Bugün bunların pek çoğunu ancak İngilizce kelimelerle ifade edebiliyoruz. Bu yeni şeyler dünyaya İngilizce isimleriyle beraber yayılıyor. Bunlara doğru karşılıklar bulsanız, bulabilseniz olmaz mı?
Gücünüz ancak asırlar boyu bizimle beraber yaşamış kelimelere geçiyor anlaşılan. “Meselâ” denmeyecek “örneğin” denecek, “imkân” denmeyecek “olanak” denecek, “millet” denmeyecek “ulus” denecek! İnnallahe maassâbirin!…
Millete ulus dersek millîye uydurmaca ulusal diyeceğiz. Pekâlâ aynı aileden olan milliyete ne diyeceğiz? Milliyet’e nedense bir karşılık bulunamamış!
Meşhur hikâyedir: adamın biri Arapça bilir görünürmüş. Hâlbuki koyun manâsına gelen “ganem” kelimesinden başka bir tek kelime bilmezmiş. Bir gün bir meclisde biri sormuş, Arapça kuzuya ne derler demiş. Arapça bildiğini söyleyerek övünen adam şaşırıp kalmış ama hemen toparlanıp ona bir şey demezler, beklerler büyüsün diye, büyüdükten sonra “ganem” derler demiş. Bu milliyet de öyle galiba, biraz daha büyüsün ondan sonra bir şey uydururlar herhalde.
Dil cehalet, hafiflik, ideoloji mideoloji kaldırmaz. Dilbazların Türkçemizi sokmaya çalıştıkları netameli yolların sonunun olmadığı bilinmelidir.
Prof. Dr. Beynun Akyavaş