Türk Dili

Milli Eğitim ve Türkçe

G

ençliğin Türkçe karşısındaki
tavrı gün geçtikçe vahim bir hal almaktadır. Türkçe’nin güzelliğini,
büyüklüğünü ve tarihiliğini idrak edemeyen ve ettiremeyen münevverler; yeni
nesilleri daracık hayaller içinde hapsolmaya âdetâ mahkûm etmekte; onları,
ister istemez düşünmekten alıkoymaktadırlar.

Geçenlerde, üniversiteli
öğrencilerimle yaptığım bir sohbet esnasında, bir öğrencim: “Hocam” dedi, “Kütüphanedeki kitaplar en az otuz kırk yıllık. Onları anlayamıyoruz.”
Hemen hemen her yıl sık sık rastladığım bu ifadeler, bilhassa üniversiteli
gençler tarafından söylenince işin korkunçluğu kendini göstermektedir. Otuz
kırk yılın Türkçesi’ni anlayamayan üniversiteli genç, elbette ki, yüz, iki yüz
veya beş yüz yıl evvelin Türkçesi’ni hiç anlamayacak ve tarihine, kültürüne
yabancılaşacaktır.

Merhum mütefekkir S. Ahmed
Arvasi, “Size Sesleniyorum” adlı eserinde şöyle der: “Milli dil, sadece yaşayan nesillerin dili değildir. O, geçmiş ve
geleceği ile bir milleti kucaklar.”

Böyle olunca; gençlerimiz Yahya
Kemal’i, Ömer Seyfettin’i, Mehmet Akif’i, Necip Fazıl’ı anlamak şöyle dursun;
Ahmet Yesevi’yi, Yunus Emre’yi, Fuzuli’yi nasıl anlayacaklardır!

Nihad Sami Banarlı, Türkçenin
Sırları adlı eserinde diyor ki:

“Yeryüzünde ve cihan tarihinde imparatorluk dilleri olmamış, olamamış
diller çok fakat imparatorluk dilleri azdır. Çünkü dünya tarihinde hem askeri
ve idari imparatorluk, hem de dil ve kültür imparatorluğu kurabilmiş milletler
azdır.

Bu saydığımız vasıflara, şüphesiz bazı mühim farklarla uygun
imparatorluk dilleri, denebilir ki, Latince, Arapça, İngilizce ve Türkçe’dir.
Esasen, Yeryüzünde hiçbir kültür ve medeniyet dili, hiçbir zaman özdil olmak
taassubuna ve basitliğine iltifat etmemiştir.”

İşte, böyle bir dili (Türkçe’yi)
uydurmaca ve yabancılaştırma ile getirdiğimiz nokta, gençlerimizi bu hale
sokmaktadır. Kendi kültüründen ve medeniyetinden uzaklaşan gençlerin çoğu, bu
dil çıkmazının sürüklediği bataklıkta düşünmekten de uzaklaşmışlardır.

Zengin, güzel ve işlek bir lisana
sahip olmanın gurur ve heyecanını yaşayamayan genç insan; ister istemez
bocalamaktadır. Bir takım sığ ve basit ve cılız kelimelerle fikri tıkanıklığın
ağına düşmekte ve kozmopolit kültür bocalaması yaşamaktadır.

Asla unutmamak gerekir ki, bir milletin,
bir kültür ve medeniyetin gücü, sözlüğünde bulunan “kelime hazinesi” ile ölçülür. Şu anda, İngilizce sözlüğünde
400.000 (dörtyüzbin) kelime varken, Türk Dili Kurumu’nun yayınladığı “Türkçe Sözlük” aşağı yukarı 40.000
(kırkbin) kelime ihtiva etmektedir. Yani, İngilizce’nin onda biri kadar bir
Türkçe… Oysa, Şemseddin Sami Efendi’nin Kamus-u Türki’sinde (Türkçe
Sözlüğünde), tam 1.000.000 (evet bir milyon) kelime mevcuttur. Yani İngilizce’nin
tam iki buçuk katı kelime… (S. Ahmed Arvasi, Size Sesleniyorum -1, ss.285-286)

Bugün, Birleşmiş Milletler dili
olmaya namzet olan Türkçenin içinde bulunduğu daha doğrusu bulundurulduğu hal,
maalesef hiç de iç açıcı değildir. Bu Türkçe ki, kendi güzelliğine ve
zenginliğine İslamiyet’in cihanşümul mana enginliğini de katabilmiş tek talihli
dildir. Bu büyük şeref, gerçek manada, dünya dillerinde ona nasip olmuştur. Şu
anda ise, karşısına çıkan üçyüz milyonluk Türk Dünyasıyla yeni bir şans daha
yakalamıştır. Bunu çok iyi değerlendirmek mecburiyetindedir.

Böylesine geniş güzel ve işlek
bir dilin, tarihi köklerinden koparılması; edebiyattan musikiye kadar her
kültür varlığımızı etkilemiştir. Bundan, hiç şüphesiz ki, en büyük rolü, okul
kitaplarımız ve televizyonlar oynamaktadır. Böyle bir lisanla, bağırma
cemiyetinden; konuşma, okuma ve düşünme cemiyetine ulaşamadık.

Merhum mütefekkir şair Necip
Fazıl, bu mevzuuda, İdeologya Örgüsü adlı eserinde şöyle diyor:

“Dil, istikrai, yani kendi iç ve
öz kanunlarıyla mevcut bir müessesedir ve dışarıdan, bütün bir lisan uydurma
şeklinde müdahaleye tahammülü olamaz.

Tıpkı kâinat gibi… Esrarı ve
kanunları aranır, bulunur, fakat uydurulamaz. Lisan ile kâinatın hiçbir farkı
yoktur. Zira kâinatta ne varsa, karşılığı lisanda mevcut… Dil, kâinatın
planıdır ve kendi dışında başka bir kâinat ile değiştirilemez. Mecnunun her
çeşidi görülmüştür ama böyle bir davaya “evet!”
diyeni görülmemiştir.

Kömür, toprak altında elmas
oluncaya kadar binlerce yıl pişiyor. Dildeki kelimeler de öyle… Milletin dilinde
yıllarca pişecek ki, kalble dudak arasındaki elmas dizili nakili vücuda
getirebilsin…”

Milli kültürümüzün en mühim
meselesi dil meselesidir. Çünkü, büyük şair Yahya Kemal’in dediği gibi:

“Türkçenin çekilmediği yerler vatandır.”










İlgili Gönderiler

1 / 79