Dil ve EdebiyatTürk Dili

Millî Dile Yabancılaşma

D

il bir milletin  müessesesidir. Milletin ihtiyacından doğmuş, milletle birlikte gelişmiş, milletle birlikte yaşamış, millî tecrübeye bağlı olarak zenginleşmiştir. Kısaca, dil milletle bütünleşen ve milleti bütünleştiren bir içtimaî müessese olarak ele alınmalıdır.

Dil  millete aittir ve ona izafe edilir; Türkçe, Arapça, Farsça, İngilizce, Almanca, Yunanca gibi. Fertlerin, sınıfların ve içtimaî tabakaların ayrı bir dili yoktur. Bunlar, kendi hususiyetleri ve şartları içinde “millî dili” kullanırlar. Aralarındaki fark, üslûb, ifade, yetişmişlik seviyesinden kaynaklanır. Ama, dil aynı dildir. Şiveler, ağızlar ve lehçeler dahi, çeşitli tarihî, coğrafî ve zarurî şartların tesiri ile oluşmuş “nüans”ları ifade eder.

Dil, bir milletin bütününü kavrar. O, herhangi bir “neslin”, “tabakanın”, “sınıfın”, “kurumun” ve “şahsın” tekelinde değildir ve olamaz. Dil, bir milletin dününü, bugününü ve yarınını kucaklayan muhteşem bir “kültür hazinesi”dir. Bilindiği gibi, insan grupları, hayvanlardan farklı olarak yazılı ve sözlü dil vasıtası ile millî tecrübelerini biriktirebiliyor, gelecek nesillere, yine bu iki vasıta ile aktarabiliyor. Yani, yazılı ve sözlü dil, bir milletin, zaman içinde, gelip geçen nesillerini, birbirine bağlar, bütünleştirir ve güçlendirir. Atalarının tecrübelerinden yararlanamayan nesiller ise, birbirinden kopar, dağılır, çözülür ve güçsüz düşerler. Bize göre, millî dile yabancılaşmanın en önemli belirtisi, nesillerin “millî kitaplığına yabancılaşması”dır.

Kültür emperyalizmi, “millî dile yabancılaşma” problemini, daha da derinleştirir. İster hudut boylarındaki kültür sürtüşmelerinden doğsun, ister yabancı ülkelerde çalışmak, okumak ve iş bulmak ihtiyacından kaynaklansın, ister yanlış ve sakat maarif ve dil politikalarından beslensin, bir milletin çocuklarını, birbirini anlamaz duruma getiren her gelişme tehlikelidir. Kültür temasları, bir dilin zenginleşmesi için ne kadar zarurî ise, emperyalizme dönüştüğü zaman da o kadar vahim neticeler vermektedir.

Bu durumda, “millî dil” ikinci plâna itilmekte, ilimde, teknikte, iktisadî ve akademik faaliyetlerde, yabancı bir dil ön plâna geçmektedir. Böylece, millî dil, bizzat kendi ülkesinde hor ve hakîr görülmektedir.

Biz, millî dilin, tarihî rotasını kaybetmeden, akademik çalışmalarla desteklenmesini, zenginleştirilmesini, bir ilim, fikir, sanat dili olarak geliştirilmesini elbette isteriz. Yine, bize göre, “yabancı dil öğrenmek” başka şeydir de “millî dile yabancılaşmak” başka şeydir. Şu halde, yabancı dil öğretiyorum iddiası ortaya çıkıp millî dili, ikinci plâna iten politikaları benimsemek mümkün değildir. “Türk maarifinin temel dili, ana dili, vazgeçilmez dili elbette Türkçe”dir. Devletimize, milletimize, fikir ve sanat adamlarımıza düşen iş, herşeyden önce, bu dili geliştirmek, zenginleştirmek ve sevdirmektir.

Bunun yanında, hemen belirtelim ki, millî dile yabancılaşma tehlikesine bir tepki olarak doğan veya öylece maskelenen “dilde uydurmacılık” da başlıbaşına bir faciadır. “Kelime uydurmacılığını”, psikiyatristlerin, “neolojizm” adını verdikleri bir “erken bunama” belirtisi olarak değerlendirmenin ötesinde, ayrıca ele almak gerekir.

 Tepeden tırnağa kadar, bu millete yabancılaşmış, herşeyi ile bu milletten kopmuş, bazı kişi ve zümrelerin, tam bir ırkçı tavrı ile ortaya çıkıp “öztürkçecilik” yapmasını çok iyi tahlil etmek gerekir. Türk dilini bozmaya, millî ve mukaddes kavramları yıkmaya, dilde anarşi doğurmaya, nesillerin arasını açmaya yönelik faaliyetleri de sağlamca teşhis etmek şarttır.

 

S. Ahmet Arvâsi

Kaynak

İlgili Gönderiler

1 / 128