er yıldönümü olduğunda hatırladığımız Çanakkale Destanı’nın, aslında bir Türk olarak hepimizin içini burkan hazin bir hikâyesi var. Peki, tarihimize altın harflerle yazılan bu destanı çocuk ve gençlerimize yeterince aktarabiliyor muyuz?
Neredeyse hepimizin akrabaları arasında Çanakkale Savaşı’nda hayatını kaybetmiş bir şehit vardır. Benim dedemin babası Abdullah da, bu savaşta şehit düşmüş. Bize ondan kalan ne bir mezar, ne de bir fotoğraf var. Şehitlerimiz bize sadece bu vatanı miras bırakmışlar. Bu nedenle bizler için anlamı çok büyük. Buna rağmen milli tarihimizi, çocuklarımıza aktarma konusunda toplum olarak ne kadar başarılı olduğumuz tartışılır.
Avustralya ve Yeni Zelanda’da her yıl, Çanakkale çıkarmasının yıldönümü olarak 25 Nisan’da “Anzak Günü” adıyla anma törenleri düzenlenir ve o gün Avustralya ile Yeni Zelanda’da milli tatildir. Ayrıca, Avustralya ve Yeni Zelandalı turistler her yıl saatlerce süren uçak yolculuğu yaparak kafileler halinde Çanakkale’ye gelirler. Atalarının savaştıkları Gelibolu Yarımadası’nda toplanarak Anzakların çıkarma yaptıkları Gelibolu Yarımadası’nda toplanarak Anzakların çıkarma yaptıkları Anzak Koyu’nda tören yaparlar. 94 yıl önce çıkarma yaparken hayatlarını kaybeden dedelerinin ayak bastıkları bölgeden hatıra amacıyla taş toplarlar. Gelen turistlerin birçoğunun gençlerden oluşması oldukça anlamlıdır.
Vietnam Savaşı, süper bir devletin 17 milyonluk küçücük bir ülkede bataklığa nasıl saplandığının bir hikâyesi olarak nitelendirilebilir. Yine bu savaş, Amerikan kamuoyu için sebebi anlaşılamayan manasız ve amaçsız bir savaş olarak düşünülebilir. Zira o zaman Amerikan Savaşı ve Amerikan politikaları hep protesto edilmiş. Çok ilginçtir ki 55.000 Amerika askerinin ölümüne mâl olan Vietnam Savaşı, Hollywood tarafından çekilen yüzlerce filme konu olmuş. Bu filmlere binlerce dolarlık dev bütçeler ayrılmış. Bu filmlerin tamamına yakınında Amerikan askerlerinin kahramanlıkları anlatılıyor. Bu yolla, milli birlik ve berberlik ruhunu kendi vatandaşlarına kazandırmaya çalışıyorlar.
Rahmetli Turgut Özal zamanında gerçekleşmiş bir olay hep anlatıladurur: Japon eğitim uzmanları ülkemize gelmiş ve Türk eğitim sistemini incelemiş. Bu uzmanlar, Özal’ın bürokratlarının da hazır bulunduğu bir ortamda raporlarını sunmuş ve sonuç olarak şunları söylemişler; “Sizin eğitim siteminizde milli ruh yok!”
Özal’ın “Nasıl?” sorusu üzerine şunu anlatmışlar:
– “Biz Japonya’da okula başlayacak çocuklarımıza milli ruh şoklaması yaparız. Onları önce toplu halde hızlı trenlere bindirir, ardından onlara dev fabrikalarımızı, teknoloji merkezlerimizi gezdirir, ülkemizin gücünü gösteririz. Sonra da bu yavrularımızı alır Hiroşima ve Nagazagi’ye götürür, orada atom bombası atılan ve yıllardır ot dahi bitmeyen alanları gösteririz. Orada çocuklara şöyle deriz:
– Eğer siz çalışmaz, şuurlanmaz ve az önce gördüğünüz teknolojiye sahip olmak için uğraşmazsanız sonunuz böyle olur”
Bürokratlarımızdan biri atılır:
– “Ama bizim Hiroşima’mız yok ki!”
Japon uzmanın cevabı ise tokat gibidir:
– “Sizin Çanakkale’niz on Hiroşima eder!”
Evet, gerçekten de bizim Çanakkale Destanı’mız on değil, belki yüz Hiroşima eder. Bu savaşta dedelerimiz 40 değişik milletten düşmanla savaşmış. Ancak savaştan sonra ülkelerine dönen insanların, Türk insanı ve askerlerini nefret ve kinle anmak yerine saygı ve onurla anmaları ne kadar büyük bir ecdada sahip olduğumuzun en açık göstergesidir. Çanakkale Savaşına katılmış olan Lord Casey bu konuda askerlerimizle ilgili bakın hangi satırları kaleme almış:
“Biz Çanakkale Yarımadası’ndan Türklerle savaşarak ve binlerce insanımızı kaybederek, kahraman Türk Milleti’ne ve onun eşsiz vatan sevgisine duyduğumuz büyük takdir ve hayranlıkla ayrıldık. Bütün Avustralyallar, Mehmetçiği kendi evlatları gibi sever, onun mertliği, vatan ve insan sevgisi, siperlerdeki dayanılmaz heybeti ve cesareti, bütün Anzakları hayran bırakan yurt sevgisi, insanlığın örnek alacağı büyük hasletlerdir. Mehmetçiğe minnet ve saygılarımla.”
28. Birlikten Gelibolu Yarımadasına Temmuz 1915’te çıkmış olan Avustralya C.J. Hazlitt ise kendisiyle yapılan röportajda şu sözleri ifade etmiş:
“Avustralya’yı terk ettiğimizde Türkiye’ye gideceğimizi bilmiyorduk. Gerçekte, Fransa’ya gideceğimizi düşünüyorduk. Ben işaretçi ve koşucu idim. Normal bir 24 saatlik hayatımız vardı. Türklerle bizzat temasım olmadı. Türklerin dürüst savaşçılar olduklarını düşündüm. Esirlere de çok iyi bakıyorlardı. Gelibolu’da kaldığım süre içinde Türklerin herhangi bir çirkin ya da alçakça tutum ve eylemini işitmedim. Oysa daha sonra gittiğim Fransa’da tecrübelerim çok farklı oldu. Bütün harekâtın, iki taraftan da binlerce kaliteli genç insanın katliamı olduğunu bir sonuç vermediğin düşünüyordum. Savaş da zaten budur.”
Ülkesi ve insanları için yaşamını gözünü kırpmadan feda eden aziz şehitlerimizle ne kadar övünsek azdır herhalde. Bu noktada toplum olarak onlara karşı milli bir borcumuzun olduğunu unutmamalıyız. Bize düşen görev, şanlı tarihimizi ve milli değerlerimizi bugünkü nesle aktarmaktır.
Etkili Yorum Dergisi