Türk Dili

Mefhumların Yıkılması

 

Bugün Türk dilinde alabildiğine sürdürülen “özleştirme” hareketi, Türki’yi yabancı her dilden değil, sadece ve sadece İslâm medeniyetinden gelme kelimelerden temizleme şeklinde yürümekte ve yürütülmektedir. Türkçe’ye tarihi akışı içinde Arapça ve Farsça’dan başka, Çince’den, Sogdaca’dan, Toharca’dan, Moğolca’dan, Slav dillerinden, Rumca’dan da birçok kelimeler girmiş ve bunlar bugün menşe’lerini hissettirmez hâle gelmişlerdir. Ötekiler gibi bunlar da bizim dilimizin artık tabiî unsurları olmak mahiyetini kazanmışlardır.

 

İşte bütün bu yabancı kelime mevcudu içinde seçilmiş sadece iki hedef varır: Arapça ve Farsça asıllı kelimeler… Yâni bin yıllık bir medeniyet mirasının kelimeleri… Bu çerçevedeki kelimeler suçlanmakta ve boy hedefi alınmaktadır. Başından beri kendilerine en fazla düşmanlık gösterilmiş, varlıklarına savaş açılmış, dilimizden atılmasına, silinmesine çalışılmış olan kelimeler bunlar.

 

Bir “kaldırım” kelimesi Rumca’dır, Rumca’dan bize gelmiştir. “Kiler”, bayrağın “gönder”i hattâ “ninni” Rumca’dan geçmiştir. Ama biz bu soydan kelimelere karşı tasfiyecilerce bir mücadele kaydetmiyoruz. Bu tertip kelimelere karşı bir davranış gösterilmediği hâlde Türk dilinin, Türk milletinin en aziz mefhumları hâlinde benimsemiş olduğu birçok kelimeler, dilimizden itile kakıla çıkarılmağa çalışılmıştır ve çıkarılmaktadır.

 

İşte “millet” kelimesi, en başta “millî” kelimesi, “hürriyet” kelimesi, “istiklal” kelimesi… Bunlar, dilimizden ilk hamlede sürülmek istenen kelimeler olmuştur.

 

Temel Mefhumlar

 

Türk dilinde, Türk milleti için temel mefhumlar teşkil etmiş ne kadar kelime varsa bunlara karşı mücadele açılmıştır, bunlar tahribe çalışılmıştır.

 

Hâdisenin ruhu dil ile mefhumlar arasındaki münâsebettedir. İşin sadece bir lügat mes’elesi, tek başına bir kelime kadrosu üzerinde cereyân eden bir değişiklik mes’elesi olmadığı, asıl dâvânın kelimelerin, silinen kelimelerin berâberindeki mefhumlar, asırlar boyunca milletimizce yaşanmış büyük ve asil hislerin, bir medeniyet içinde yaşanmış muhtevanın taşıyıcısı mefhum-kelimeler olduğu bilinmelidir.

 

İşte bu dil tasfiyesi bu planda bir neticeyi hedef almaktadır. Mes’ele sadece şu şu kelimelerin dilimizden çıkarılması işi değil, o kelimelerle birlikte, bunların bağlı bulunduğu mefhumları da silmek, aradan götürmektir.

 

Bir yoklama yapalım: “Rahmetli” veya “merhum” kelimesi… Rahmet mefhumu, Türkçe’nin İslâm öncesine gidecek olursak yoktur. O çağın telâkkileri içinde “rahmet” diye bir mefhum olmamıştır.

 

Bu rahmetli kelimesini bilmeyen yok gibidir. Ama onu ve merhum’u Türkçe değildir. Diyerek attık. Onun yerine “ölü” kelimesini getirdik. Resmî yazışmalarda, devlet dairelerinin hayatta olmayan kimselerin isimlerinin başına “merhum”, “rahmetli” yerine “ölü” sözü geldi. Mahkemelerde “ölü bilmem kim” diye söylenilir, “ölü filan oğlu” diye seslenilir oldu.

 

Mânevî Muhtevâ

 

“Rahmetli”, “merhum” sözü tabii ki, yaşayanı değil, bir ölmüşü ifade etmektedir. Ama onun yerine “ölü” kelimesini koyduğumuzda, bizim çıkardığımız sadece “rahmetli”, “merhum” kelimesi olmadı, bunun ifade ettiği bir mefhum, o incelik ve ölmüşlerimize karşı bir hürmet tavrı da birlikte kayboldu. Burada kelimeden başka giden, bir mefhum, bir duygu, bir mânevî muhtevâ da oluyor.

 

“Şehit” kelimesini bir gün muhakkak -hatta geciktiler bile- değiştireceklerdir; “şehid” Araça’nındır, Arab’ın malıdır diyeceklerdir.

 

Bu kelime, bizde sadece harpte vurulup ölmüş insan demek değildir. Bir dinî ve mânevî payeyi de ifade etmektedir… Eğer biz şehid’in yerine “ölü” kelimesini koyarsak, bu muhtevâ tamâmiyle kaybolmaktadır. Meselâ “şehit asker” yerine, “şehit Mehmed” yerine “ölü Mehmed”, “ölü asker” dediğimiz zaman, artık bunda o muhterem tasavvuru bulamayacağız, bir kadavra karşımızda teşekkül edecektir.

 

Ölü sözünün telkini, tedai ettirdiği şey bir ceset, bir kadavra tasavvurudur. “Ölü Mehmed”, ilkin bir kadavrayı akla getiriyor. O, Mehmed adındaki bir insanın kadavranın, na’şını, cesedini ifade eder. Ama, şehid veya merhum dediğimiz zaman bu cesed, naaş tasavvuru üstüne çıkılır, o sözle tamamen mânevî planda bir şey idrak ederiz.

 

Gözü Kapalı Tasfiyeciler

 

Gözü kapalı, tasfiyecilere karşı Türkçe’nin müdâfaası yapılırken silinmeğe, yok edilmeğe gayret edilen bu neviden kelimelerin tespiti çok mühim bir mânâ ifade edecektir. Tahribe, unutturulmağa çalışılan kelimelerin kategorileri nelerdir, bilhassa hangi tip kelimeler hedef alınıyor? Bu cihetin ortaya konulması lâzım. Bu vak’anın tedkikinden çıkan netice ne oluyor? Bunun gözler önüne serilesi gerek.

 

Yapılan iş, iyice belli olacaktır ki, Arapça ve Farsça kelimeler zemininde alelâde bir değişiklik, bir lügat yenilemesi mes’elesi değildir. Değiştirilen, tasfiye edilen kelimelerle, bunların bağlı bulunduğukları duygular, mefhumlar nasıl zedeleniyor ve yok ediliyor? Bu hadisenin gerçek cephesini ve şumûlünü, bilhassa bu yönden yapılacak dikkatli tedkikler olanca çıplaklığı ile ortaya koyacaktır.

 

Tekrarlayalım:  Bu tesfiye işinde Arapça ve Farsça asıllı kelimelerin kaldırılması ötesinde mefhumların, duyguların yıkılması hadisesi vardır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İlgili Gönderiler

1 / 79