Türk Dili

Lisana Yapılan İhanet

M

illetlerin millî karakterleri dilleriyle kâimdir. Bir
milletin dili varsa o millet var kabul edilir. Diller ihtiyaca binaen
gelişirler ve temellerine otururlar.  Türkçe 8. asır ile 20. asır arasında kendi normal mecrasında
akmıştır. Dile suni bir müdahale yapılmamıştır. Zaten o dönemlerde böyle bir
şeyin olması da mümkün değildi. 20. yy Türkçemizin ipinin çekilmeye başladığı
dönem olarak görülmelidir.

Şunu asla unutmamak lâzımdır: Avrupa dillerinin en gelişmişi
gibi görünen İngilizcenin %50’si Lâtin, %15’i Grek (Antik Yunanca), %10’u diğer
diller ve ancak %25’i Anglo-Saksondur. Demek ki İngilizcenin %75’i yabancı
kökenlidir. Hiçbir İngiliz çıkıp da “Şu kelimeler şu dilden bunları atalım, öz
İngilizce bir dil konuşalım”
demez; derse de hiç kimse onu ciddiye almaz.

Türkçede yıllardır süregelen bir anormal durum vardır:
Sadeleşmek ve öz Türkçecilik… Dilde bu öyle hatalara yol açmıştır ki, dilimiz
Arapça ve Farsça kelimelerden kurtulurken bu sefer de Batı dillerinin
istilâsına uğramıştır.

Dilimiz öyle ihanetlere uğradı ki bu dili artık düzgün ve
doğru konuşanların sayısı giderek azalmaktadır. Artık 250 kelimeyle konuşan
aydınlarımız ve kekeleyerek konuşan bir genç neslimiz var.

Her milletin her alanda zirve yaptığı bir dönem vardır. Bu
birleşik kaplar gibidir.  Mesela Osmanlı
Devleti’nde 16. yy’da dil, edebiyat, musiki, minyatür, hat, mimari, harp
tahkimatı, harp taktikleri, askerî ve siyasi dehaların çokluğu yanında, bedeî
ve dinî ilimler, astronomi, tıp, matematik, coğrafya, fıkıh, kelâm, tefsir,
hadis vs. sahalarda göz kamaştıran bir seviye yakalanmıştır. Dil ve
edebiyatımız bilhassa bu dönemde en verimli çağını yaşamıştır. Dil Türkçedir.
Osmanlıca diye bir dil yoktur; “Osmanlı Dönemi Türkçesi” veya “Osmanlı
Türkçesi”
demek daha doğrudur. 15-20. yy’lar arasındaki dile bu adı vermek
gerekir.

Bu meyanda Osmanlı döneminin sonlarına doğru yapılan
Kaamûs-ı Türkî’de 29 bin kelime vardır. Şemseddin Sâmî bu lügate Kaamûs-ı Türkî demiştir; Kaamûs-ı Osmânî dememiştir.

Son dönemlerde muhtevalı bir sözlük olan Ferit
Devellioğlu’nun Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lügat’i 67.000 kelimeliktir ve 1962
basımlıdır. Bu sözlükte kelime varlığı bakımından sadece madde başlıklarının
sayısına itibar edilmiştir. Fakat belki de bu sahanın en mufassal lügati,
Persian-English Dictionary, F. Steingass, 
Ph.D Libraırıe Du Liban Riad Solh SQurare Beirut First Edition 1892’dir.
İngilizce olan bu lügatin en ilgi çekici yanı ilk baskısının 1892’de yapılmış
olmasıdır.

Arapça kelime haznesinin genişliğinde, mastar olan kelime
başlıklarının yanında ondan türeyen müştaklar da (türev) özel kelime anlamları
kazanarak kelime hazinesini genişletmiştir. Bunlardan fâil (özne) mef’ûl
(edilgen yapılı kelimeler) ve masdar (isim-fiiller) ayrı anlamlı kelimeler
madde başları olarak geçer. Mesela “feth” açmaktır. Bundan türeyen “fâtih”
açan, anahtar anlamlı “miftah” yerine kullanılmaz. Aynı şekilde “fetha” üstün
anlamına gelip ayrı kelime olarak addedilir.

Türkçede de böyle tek kökten türemiş çok isim, fiil, sıfat,
zarf ve deyimler vardır. Ama bunlar mastar ve madde başı olarak tek kelimeyle
gösterildiği için kelime sayısı düşer.

Mesela “açma” isim fiilini (mastar) olarak aldığımız madde
başından türeyen diğer şekillere bir göz atalım: Açılım, açacak, açık, açık alan, açık kapamak, açık kapı bırakmak, açık olmak, açık vermek, açık yürekli olmak, açığa
çıkmak, açığa vurmak, açığını kapamak,
açıkta
bırakmak, açık açık, açık ağızlı, açık artırma, açık çek, açık deniz, açık
kalpli
gibi altmıştan fazla şekil fardır.

Türk Dil Kurumu tarafından 2005 yılında basılan Türkçe
Sözlük 104.481 kelimelik söz varlığına sahiptir. Bunların 63.318’i madde başı,
13.589’i madde içi olmak üzere 77.407 kelime bulunmaktadır. (Türkçe Sözlük,
Komisyon, 2005 Ankara TDK, S,XI)

Fuzûlî, Bâkî, Şeyh Gâlib, Naimâ, Kâtib Çelebî, Ebussuûd
Efendi, Yahya Kemâl ve Mecelle’nin dilini anlatmaya vesile olmak, gençlere
bunları sevdirecek bağlantıyı kurmak için yeni sözlükte bu kelimelerin bir
kısmına yer verilmekle birlikte, bu dil ile ders kitapları yazmamak; gazete,
roman, hikâye ve röportajlarda, yazılı ve sözlü medyada bu dili kullanmamak;
sadece sözlük sayfalarına onları gömülü bırakmak, tedavülden kaldırılıp masa
camlarının altında sergilenen kâğıt paralara çevirmek, bu dile yapılan en
büyük  ihanettir.

‘Mevlid’i, Nâbî’yi
anlamayan bir nesle nasıl âşinâ olacağız? Ahmed Hâşim “O Belde”sinde “Melâli
anlamayan nesle âşina değiliz”
diyor. 

Nâbî’nin; 
“Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbûb-ı Hudâdır
bu
 Nazargâh-ı ilâhîdir makâm-ı Mustafâdır bu” 

beytini anlayamayan
insanlarımızla biz nasıl âşinâ olacağız? Bazı lise edebiyat kitaplarında
İstiklal Marşının altına bilinmeyen veya yabancı kelimelerin yazılması ayıp
olarak bize yeter de artar.

Yüz sene evvel herkesin birbirine âşinâ olduğu o nesli kim
çaldıysa geri versin. Yoksa bana maalesef “Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit
çok geç”
mi diyorsunuz? Heyhât!  Hayıf
bana, yazık bana, vah bana…

 

İlgili Gönderiler

1 / 79