osyalizmin felsefesi olan tarihî maddecilik, sosyal yapıların ve kültürlerin, devirden devire ihtilâlci bir şekilde değişeceğini, bunun “diyalektik kanun” icabı olduğunu söylüyordu. Böyle bir kanuna kendisi de inanmadığından, bu tarz değişmeyi, profesyonel komünist ihtilâlciler grubunun omuzlarına yüklemiş, onlara “tarihi bir misyon” vermişti.
“Bu düzen değiştirme” ve “yıkma” işine “kültür ihtilali” de dahildir. Lenin’in dilindeki “Proleter kültür” milli kültürleri , yıkma arzusunun ifadesidir. Lenin’in hocası “Plehanov”, böyle bir “devrim” in, ancak kültür ihtilâli ile tamamlanabileceğini şu formülle açıklıyordu: “Her muhteva kendisine uygun şekil ister”. Yâni, sosyalist kültürü, millî kalıplar içinde veremezsiniz; millî dili ve kültürü yıkmadan, sosyalizmi aşılayamazsınız. “Milli”bir kalıp içindeki sosyalist muhteva veya öz, donup kalmaya mahkumdur. Onun için, “Milli”yi yıkmalı, onu sulandırmak ve “ulusal” a çevirmelidir.
Trokçki, “Sürekli ihtilal (devrim)” teorisi ile dilin, diğer kültür unsurlarının ve sosyal yapının devamlı tahribini hedef almıştı. Mao’nun “kültür ihtilali”, Konfîçyüs’e kadar dayanan Çin milli kültürünü, aile yapısından başlayarak bütün sosyal yapısiyle yıkmayı kafasına koymuştu. Buna rağmen resim ve şekil dili olan, Çin edebi dilinde bir yıkıma gidilmeyişi, üzerinde dikkatle durulması gereken bir noktadır. Rusya’da da, kültür ve yapı, bütün gerçekliği ile kafalardaki ideolojiyi ezip büzmüştü. Bu yüzden olacak ki, Rus dili üzerinde hiç oynanmadı. Buna karşılık Ruslar kültür ihtilâli denemesini, esir Türk ellerinde yaptılar.
Sovyetler Birliği, Türk ülkelerini birer birer işgal ettikten sonra, onları Türkiye’den koparmak için, Lâtin alfabesine geçirdi. Aynı alfabeyi Türkiye kabul edince bu defa harfleri Rus kiril harfleriyle değiştirdi. Bu alfabeyi, Özbek’lere, Türkmen’lere, Kazak’lara, Azerilere, Kırım ve Kazan Tatarlarına ayrı ayrı tatbik ettiler ki, biri diğerinin yazısını okuyamayacak hale gelsin. Arkasından, 1926’da Bakü’de topladıkları dil kongresinde, Türkiye Türkçesi ile ortak olan kelimelerin atılmasını, yerine Rusça kelimeler ve terimler konulmasını kararlaştırdılar. Bu, hür bir Kongre’nin kararı değildi. Baskı ile alınmış bir karardı. Nitekim karşı çıkan milli kültür savunucusu münevverler, bir bir imha edildiler.
Bundan sonra, “Etnojenez” nazariyesi ile birleştirerek, lehçeleri ayrı birer dil gibi göstermeye uğraştılar. Türkmenlere, Kırgızlara, Özbeklere, Azerilere, Tatarlara, yaşadıkları topraklarda, ilim maskeli birer arkeolojik geçmiş uydurarak, hepsini Türklükten koparıp, ayrı kavimler imiş gibi “kanıtlamaya” (!) çalıştılar. Dilde büyük bir tasfiyecilik ve tahribata girişirken, “Devrik cümle” yapımına ağırlık verdiler. Kelimelerin cümle içindeki dizilişini, yapıyı, sentaksı altüst ettiler. Buna dair zengin bilgiyi, rahmetli Zeki velidi Toga’ın “Türklüğün mukadderatı üzerine” adını taşıyan eserinde bulmak mümkündür. Ayrıca, on yıl önce Münih’te yayınlanan “Dergi” koleksiyonlarında ve Sovyetler Birliğindeki Türklerle ilgili yabancı yayınlarda aydınlatıcı çok ibretli bilgiler vardır.
Türkiye’de de aynı paralelde çalışıldı. Yaşayan dildeki kelimeler birer birer atılıp, yerine uydurmaları konurken, “Selli, Sallı” tamlamalara ve devrik cümlelere ağırlık verildi. Türk dilini kökünden ve kaynağından koparabilmek için, sahte bir tarih tezine de ihtiyaç vardı. Bu tez, “Etnojenez” idi. İlmî ve arkeolojik çalışmalar, objektiflik ölçüleri içinde kaldığı müddetçe söylenecek birşey yoktur. Fakat, bunları adı geçen teze yardımcı olarak kullanınca iş değişiyor.
Türk kültürü, Türkiye’de de, dış Türk dünyasında da canlı olarak yaşamaktadır. Onbeş yıl kadar önce, Türk Parlâmento Heyeti, Sovyet Azerbaycan’a, Bakü’ye gittiğinde, şereflerine verilen bir ziyafette şöyle ibretli bir konuşma geçmişti. Azeri bakanlardan biri sitemle şöyle dedi: “Sabahtan beri ne yahşi (güzel) danışıyoruz (görüşüyoruz). Fakat sizin Ankara Radyosundan hiçbir şey anlamıyoruz”. Bizim heyettekilerden bir parlamenter, şu ibretli cevabı yapıştırdı: “Merak etmeyin Ekselans ondan biz de bir şey anlamıyoruz”
Türk dünyasının nesillerinin birbirini anlayacağı günler elbette gelecektir. “Gaspiralı İsmail beyin ruhu şad olacak ve Boğaziçinin sandalcısından Kaşgar’ın devecisine kadar bütün Türkler aynı dille konuşacaklardır”.
Prof. Dr. Mehmet Eröz