ugünlerde uydurukça kelimelerle dolu bir kitap okuyorum. Kitabın merkezinde insan var; ama ben, sanki bir tarım makinesinin kullanma kılavuzunu okuyor gibiyim. Ağzımda metalik, paslı bir tat var. Kelimeler kurşun askerler gibi dizilmişler. Hepsi birbirine benziyor. Bakışları donuk, yüzlerinde ifade yok.
Okumaya çalışıyorum!
“Görgül ve nesnel bir konusu bulunan ve betimleme, açımlama ve öndeyilerde bulunma olanağı sağlayan veriler…”
Kelimeler birbirini tanımıyor. Bir alışveriş merkezinin asansöründe tesadüfen bir araya gelmiş insanlar gibiler. Asansör kata gelse de dağılsak diye sıkıntıyla bekleşiyorlar. Bazıları da okulun ilk günü çekingen tavırlarla etrafa bakan çocuklar gibi satırların ucuna ilişmişler. Birkaç yıllık mazileri olmalarına rağmen yaşlı, atıl ve yavaşlar. Ağlamıyor, gülmüyorlar. Hep aynı donuk ifadeyle satır aralarında bekleşiyorlar.
İçim sıkılıyor. Elime faraşı alıp bütün kelimeleri sayfalardan süpürmek istiyorum.
Sonra kütüphaneye uzanıyorum. Elim Yahya Kemal’e gidiyor. Okumaya başlıyorum:
Körfezdeki dalgın suya bir bak, göreceksin:
Geçmiş gecelerden biri durmakta derinde;
Mehtâb… iri güller… ve senin en güzel aksin…
Velhasıl o rü’yâ duruyor yerli yerinde!
Rahatlıyorum. Benimle birlikte odadaki bütün eşyaların yüzüne bir gülümseme yayılıyor. Biraz önceki o kasvetli havadan eser yok. Sanki uzaklardan cırcır böceklerinin seslerini duyuyorum. Burnuma yosun kokusu doluyor.
Kelimeler, dost meclisinde bir araya gelmiş insanlar gibi. Kan bağları olmasa da hepsi birbirini tanıyor, ortak hafızaları var. Birbirlerine dokunuyorlar. Çıtır çıtır yanan şömine ateşiyle demlenen muhabbet gibi akıp gidiyor mısralar.
Biraz önce gurbette, plastik bardakta poşet çay içer gibi hissediyordum kendimi. Oysa şimdi, semaverde demlenmiş çayı, ince belli bardakta yudumlar gibi okuyorum mısraları. Bir yandan da asırlık çınarlarla dolu bahçede, yıllar önce bir köşeye ekilmiş yapma çiçekleri ümitle sulayıp duran insanların gayretkeşliğini anlamaya çalışıyorum.
Sözlere heybet katan kelimeler dururken sözleri zavallılaştıran sözcükleri kullanmakta ısrar edenlerin çocukluğuna inmek istiyorum. Söyleyeceğim şey tartışılabilir belki; ama…
Görgül, olanak, sayıltı kelimeleriyle konuşan bir insan, sanki evinde yatılı misafir ağırlayamazmış gibi geliyor.
Ben uydurulmuş “söz”cüklerle dolu “kitap”çıkları sevmiyorum.
Salih Uyan