Medeniyetimiz

Gazze Müdâfileri

Gazze… Yaklaşık bir asır öncesine kadar Konya, Erzurum, Urfa gibi bir şehrimizdi. Huzurlu ve bereketliydi. I. Dünya Harbi sırasında İngilizlerin işgaline uğradı. Binlerce Anadolu evladı Filistin topraklarında şehid oldu. bugün de İsrail zulmü ve işkencesi!.. Filistin halkı, Osmanlı Devleti’nden koptuktan sonra rahat ve huzurlu bir gün görmedi. Aşağıda Gazze’yi kahramanca müdâfaa eden Osmanlı askerleriyle ilgili bir hatırayı okuyacaksınız. Editör. 

Gazze Müdâfileri

A

resim

klın ve askerliğin kabul edemeyeceği, uzun süren süngü ve dipçik kavgası bir türlü bitmiyordu. O gün etraf kararıncaya kadar devam eden didişme sonucu, savaş yeri kandan kıpkırmızı olmuş, cesetlerle dolmuştu. Sayıca üstün İngiliz kuvvetleri hâlâ yerinde direniyor, buna karşılık bir avuç Türk kahramanı ölmeyi, geri gitme veya teslim olmaya tercih ediyordu. Zira fırka kumandanlığından telsiz telgrafla verilen emir kat’î idi: “Gazze müdâfilerine selâm… Sabaha kadar sabır!”
Kahraman 125. alay, bağlı olduğu fırkanın fedakârlık ederek, her türlü yardımda bulunacağına emindi. Fakat düşman da bunu her halde düşünmüş olacak ki, Türk fırkasına karşı büyük bir kuvvet ayırmıştı. Bu suretle çenber içersinde kalan 125. alayın sebat etmesi gerekiyordu. Nitekim asker, bütün gece durup dinlenmeden Gazze’yi, sokaklarına varıncaya kadar tahkim etti. Kumandanlarından neferine, son nefeslerine kadar boğuşmaya kararlı idiler. Nihayet alay kumandanı, Trablusgarp ve Çanakkale’de defalarca çarpışmış, nişanlarla süslü gazi sancağını açtı ve:
– Arkadaşlar, dedi. Karşımızdaki düşmanı hepimiz tanırız. Sayıca bizden pek büyüktür. Ama unutmayınız ki, Allah’ın yardımı elbet bütün kuvvetlerden üstündür. Bu şerefli sancak, düşmanın eline geçmeyecek. Ya düşman mağlup olacak ya Gazze 125. alaya mezar olacak!..
Bu sözleri herkes büyük bir tevekkülle dinliyor ve az sonra girişecekleri savaşa hazırlanıyorlardı… Şafak sökmüş, büyük birlikler görünmeye başlamıştı. Gittikçe yaklaşanlar, dün beceremedikleri işi, bugün iki misli kuvvetle başarmak istiyordu.
Güneş iyice kendini gösterdiği zaman, doğudan ve çok yakından top sesleri işitilmeye başladı. Bunun üzerine 125. alay kumandanı, 1. taburuna şu emri verdi:
– Gazze’ye hâkim Mantartepe, düşmandan temizlenecektir…
Çok geçmemişti ki, şarapnel ve obüs yağmuru altında süngüleri parlayan kahramanların düşmana doğru atıldıkları görüldü. Türk’ün fedakâr evlâtları birer ikişer kanlar içinde yere serilirken, geride kalanları, ateş ve ölümden ürkmeden ilerliyordu.
Tepeyi Aldık Fakat Âkif’i Verdik!
Tabur yaveri İhtiyat Mülâzım (yedek asteğmen) Âkif Efendi, emir götürmek üzere ileriye gitmişti. Cesur genç, emri tebliğ ettiği kıt’anın fedakârlığını görünce gözleri yaşardı. Henüz hücumun başlangıcında bir takıma kumanda eden Tarsus’un Ali Fakıh kariyesinden Mustafa oğlu Ali Çavuş’u kanlar içinde yerde görünce dayanamayıp:
– Çavuş, silâhını bana verir misin? Senin yerine ben gideyim, teklifine, son anlarını yaşamakta olan çavuştan:
– Ali Efendi, ben kana kana öldüremedim… Sen benim için öldür!… cevabını almıştı.
Şimdi mülâzım Âkif Efendi, elinde süngüsü takılı tüfeği ile askerin önünde tepeye doğru koşuyordu. Az sonra istenilen tepe işgal edilip, süngülenen İngilizler’den arta kalanları esir alındı. Bu suretle genç subay, Ali Çavuş’un vasiyetini yerine getirmiş oluyordu. Fakat ne yazık ki, tepenin alındığı haberini geriye bildirmek üzere iken, yanında patlayan bir obüs, onu da al kanlar içinde yere sermişti. O günün sonucunu bölük kumandanı şu telgrafla alay karargâhına bildiriyordu: “Tepeyi aldık fakat Âkif’i verdik!…”

Çanakkale’ye Mukâbil…
Bir akşam evvel keşif kollarının, düşmanın ileri hatlarımıza yaklaşmakta olduğunu bildirmesi üzerine, her tarafa “Dikkat” emri verilmişti. Artık bütün asker, Çanakkale’de perişan edilen aynı düşmanın, burada intikam almak istediğini anlıyordu. Nitekim esir edilen bir İngiliz subayı; “Tarihinize yazdığınız Çanakkale’ye mukâbil biz de böyle bir gün yazacağız!” demişti.
Gazze’de herkes geceden hazırlıklı idi. Sabah olup, güneş çölün sonsuz ufuklarını aydınlatırken, düşman kollarının Gazze’ye ilerlediği görüldü. Bu defa on misli fazla olan kuvvetlerin süvari birlikleri, Türk mevzilerinin yan ve gerilerine sarkmaktaydı. Buna ilâveten denizden on beş geminin yardımı ve topçusunun cehennemî ateşi ile hücuma geçtiler. Bilhassa gemilerin yan ve geriden yapığı atışlar, siperlerde tutunmaya imkân bırakmıyordu. Bu durumda çaresizlik içinde kalan Türk kuvvetleri çekilmeye başlayınca, düşman, Gazze mevzilerini zaptetmiş ve siperlerine inerek, buradaki kuvvetin hariçle temasını kesmişti.
İşte o anda, İngilizler’i daha önceleri Çanakkale’de de şaşırtan Türk’ün aynı hareketi görüldü… Sipersiz kalan 125. alayın üçüncü taburu birdenbire düşmanın üzerine atıldı. Allah Allah nidaları, kızgın çöllere yayılıyordu. İngilizler ne yapacaklarını bilemez halde, bir türlü süngü savaşına cesaret edemiyor, ancak manevra ile kahraman Türk taburunu elde etmeyi deniyorlardı.
Çok geçmeden üçüncü tabur da sarılmıştı. Ama yine de mukabele ediyordu. Şanlı ismine leke kondurmak istemeyen şanlı taburun kumandanı Giritli İbrahim Efendi, ihtiyat olarak bölüğü ile geride bulunuyordu. Henüz yeni terfi etmiş olan genç ve yakışıklı yüzbaşı, Arıburnu’ndaki Kırmızı Sırt’ta dokuz ay dinlenmeden İngilizler’le savaştığını hatırlayarak, mermisi biten tüfeğine süngüsünü takıp gürledi:
– Yiğitlerim ileri!… Bunlar Çanakkale’den kaçanlardır. Haydi bir ders daha…
Ve sonra da bir avuç askerinin önünde kükremiş arslan gibi düşmanın üzerine atıldı… Süngü hücumu olanca şiddetiyle devam ediyordu.

İlgili Gönderiler

1 / 48