us tarih yazarı Sulujiyef: “Dağlılar teslim olmuyor diye biz
başladığımız işten cayacak değildik. Silahlarını almak için dağlıların yarısını
kırmak gerekiyordu. Katliama giriştiğimizde kadın ve çocukların birçoğu ormana
sığınıyordu. Bunların çoğu birliklerimiz tarafından bulunuyor, genellikle de
öldürülüyorlardı.” gene diğer bir tarih yazarı Zaharyan da: “…Biz onları hür çayırlarından çıkardık,
avullarını yaktık. Birçok kabileleri tümüyle yok ettik” demektir.
Bir başka Rus kaynağı “…teslim olmayan, son kurşununa kadar
direnen, askerlerimizi uğraştıran ve zayiat verdiren eşkıya gerçekten cesur
savaşçılardan meydanayordu. Koskoca orduya karşı, yemek ve cephanesiz, uzun süre
dayanmaları mümkün değildi, ama gene de teslim olmuyorlardı.” Rus
tarihçilerinin bile kabul ettiği bu acımasız olaylar zinciri, soykırımın
yapıldığının örneklerinden yalnızca birkaçıdır.
Sürgün düşüncesinin, 1857’den
beri gündemde olduğu gerçektir. Kafkasya Ordusu Genel Kurmay Başkanı General
Milyutin hazırladığı raporda “Çerkezlerin
yerlerinden edilerek, onları Don bölgesinde oturmaya zorlamak ve boşaltılan
bölgeye de Kozak ve Rus halkının iskânı ile Kafkasya Rusyalaşacaktır.”
demektedir.
1859 yılında Şeyh Şamil’in esir
düşmesi ile bütün Rus kuvvetleri
Kafkasya batısına yönlendirildi. Bu büyük kuvvet karşısında; Şubat ayında
Kızılbekler, Başılbeyler, Besleneyler, Haziran ayında Bjeduğlar, Ağustos ayında
Temirgueyler ve Kuban Irmağı ötesi Kabardeyler’i, Kasımda Abzekhler, 1860/1863
yıllarında Natukhaylar ve Şapıshlar teslim oldular. Ancak; Adıge, Ubukh ve
Abhazların direnmesi devam ediyordu.
1860 yılında Rusya Başkumandanı
Prens Baryantisnki “… Üstün kuvvetlerle
yapılacak taaruz ile Çerkez’leri çekilmeye zorlayarak, ovalara veya Osmanlı
topraklarına sürmek ve yerlerine Kozak ve Rusları yerleştirmek” düşüncesinde
idi ve bunu bir rapor halinde hazırladı. Bu rapor Kafkasya Komisyonunda dikkate
alındı, ancak bu yapılması planlanan ovalara göçün büyüklüğünün mali yönden
vereceği sıkıntı ve Çerkez isyanına dönüşebileceği endişesi ile imkansız olduğu
ifade edilerek raporda da belirtildiği gibi, Çerkezler’in Osmanlı topraklarına
sürülmelerine karar verildi.
1861 yılında, yurtlarından
ayrılmak istemeyen ve Rusya yönetimi altında yaşamayı kabul eden Abzekhler, bir
anlaşma sağlayabilmek için liderleri vasıtasıyla, Kafkasya’da bulunan Çar II.
Aleksandr’a başvurdular. Çar’ın “Size
düşünmeniz için sadece bir ay tanıyorum. Bir ay sonra Kuban boyunda size
gösterilen yerlere taşınmayı kabul edip etmediğinizi Kont Yevdokümov’a
bildireceksiniz veya Osmanlı ülkesine göç edeceksiniz.” sert cevabı ile
yapılan başvuru sonuçsuz kaldı ve sürgün bütün acımasızlığı ile uygulanmaya
başladı.
Kafkasya’nın batısı yerleşimi ile
ilgilenen Kont Yevdodokümov’un da inandığı tek şey, “yerleşimi kabul etmiş Çerkez halkı bile tehlikeydi ve bütün
Çerkezlerin denizin karşı tarafına kovulmaları gerekmekteydi.”
Çerkezlerin Osmanlı topraklarına
gönderilmeleri; 1861-1862 ve 1863-1864 yıllarında iki safhada gerçekleştirildi.
1861 yılında Besleneyler yurtlarını terk eden ilk topluluk oldu. Daha sonra Laba
ötesi Kabardeyler, Temirguryler ve diğerleri büyük acılarla yurtlarından
ayrılmak zorunda bırakıldı. Boyun eğmeyen ve savaşmaya devam edenler de 1863 – 1864 yıllarında aynı durumu yaşamaya başladı. Bunların çabalarını,
Rus kaynakları şu sözerle takdir etmekteydiler: “Düşman kuvvetlerine de adil olarak hakkını vermeli, cesaretlerini
kabul etmeliyiz. Onlar kendi hürriyetlerini korumak için savaşmaktadırlar.”
Karadeniz’in bütün kıyı şeridi
sürgün edilenlerle dolmaya başladı. Batum, Poti, Sohum, Adler, Psow, Çandrıpş,
Tuapse, Tsemez, Anapa, Taman ve Kerç limanları sürgünler için çıkış limanları
idi.
Taşıma imkanlarının yetersiz
olması birikmelere sebep oluyor, aylarca kıyılarda aç susuz bekleyenlere
rastlanıyordu. Hastalık ve açlık başlamıştı. Açlıktan ölmüş annesinin, memesini
emmeye çalışan çocuklara, açlıktan güçsüzleşen insanlara saldıran aç köpeklere
sıkça rastlanmaya başlandı.
Tekne sahipleri, para hırsı ile
teknelerine kapasitesinden fazla kişi almaktaydı 50-60 kişi kapasiteli
yelkenlilere 300 kişi tıklım tıklım dolduruluyor ve üç beş gün veya bir hafta
sürecek sefere çıkılıyordu. Bir Abhaz anne, ölen çocuğunun öldüğü belli olmasın
diye devamlı ninni söyleyip, meme emzirir rolüne sığınıyor, kokudan fark
edilince de, gemiciler tarafından kucaktan koparılıp denize atılan yavrusunun
arkasından o da Karadeniz’in kara sularına atlıyor… Donarak ölen insanlar…
Ölenler gemiciler tarafından
denize atılıyor ve yüzen cesetler arkadan gelen teknelerdeki Çerkezler
tarafından görülüyordu. Buna; “göç”
diyenler, “sürgün” diyenler aslında
bir “soykırım” olan bu acı olayları
görmek istemeyip, üç maymunu oynayan dünya ulusları ve Kafkasya’da zafer
çığlıkları atmaya devam eder Ruslar.
Sürülenlerin Sayısı ve Gidilen Yerler
Sürgünle ilgili Kafkasya’dan göç
ettirilenlerin sayısını gösteren, sürgün şartları sebebi ile güvenilir bir
istatistik yoktur. Yapılan araştırmalarda bu rakam 500.000 ilâ 2.750.000
arasında değişmektedir. Osmanlı İmparatorluğu’nun kayıtlarına göre, sürgüne
tabi olan ve gelebilen Kafkasyalı’nın 900.000 civarında olduğu tahmin
edilirken, daha önceki ve daha sonraki tarihlerde gelen ve yollarda telef olan
sürgünzedelerin de yaklaşık 1.500.000 kişi olduğu ifade edilmektedir. Ayrıca,
1878 yılı sonunda Abhazya’nın %70 halkı savaş sırasında Osmanlılara yardım etme
bahanesiyle, Osmanlı topraklarına, bir kısmı da toprak mülkiyet hakları
ellerinden alınarak Kuban Çukuru’na sürülmüşlerdir.
1864-1878 yılları arasında
Kafkasya’dan Rumeli’ye göç ettirilen Kafkasyalı sayısı 600.000’dir. bunların en
az 200.000’i göç sırasında soğuk, hastalık, açlık sebebiyle hayatlarını
kaybetmişlerdir. Gelebilen 400.000 civarındaki Kafkasyalı; Bulgaristan,
Dobruca, Sırbistan, Arnavutluk gibi Rumeli topraklarına yerleştirildiler. Bunun
dışında; Anadolu, Suriye, Irak, Ürdün’e yerleşimler yapıldı.
Rusya, sınırlarına yakın veya
ileride kendi etki alanına girebilecek yerlerde, Kafkaslı yerleşimine karşı
çıktı. 1878 Berlin Antlaşması, Rumeliye iskân edilen Kafkasyalıların yaklaşık
175.000’ini ikinci göçe zorladı gemilerle; Suriye, Ürdün, Trablus’a
gönderilenlerden ayrı olarak, Anadolu’da; Samsun, Sivas, Ankara, Adapazarı,
Düzce, Bandırma, İzmir, Manisa, Aydın, Mersin, Adana, Antalya’ya yerleştirildiler.
Olayın aniden patlaması Osmanlı
İmparatorluğu’nu da hazırlıksız yakalamıştı.
Samsun’a görevli gönderilen
Sağlık Müfettişi Baruzzi’nin 20 Mayıs 1864 tarihindeki raporu, bu durumu teyit
etmektedir: “…talihsiz göçmenlerin içine
bulundukları durumu tarif etmeye kelimeler yeterli değil… Kapı eşiklerinde,
dükkân önlerinde, yolların, meydanların orta yerlerinde, bahçelerde, ağaç
diplerinde, her yerde hasta, ölmek üzere ve ölmüş insanlar dolu. Göçmenlerin bulunduğu
her yer, her sokak köşesi, uğradıkları her bir nokta enfeksiyon yatağı haline
gelmiştir. Karantina bürosuna birkaç adım ötesindeki ancak 30 kişi alabilecek
bir depo binası, önceki güne kadar hepsi hasta veya ölmek üzere olan 207 kişiyi
barındırıyordu… Oradan çürüme halinde birçok ceset çıkarttım. Bu olay
göçmenlerin durumu hakkında bir nebze fikir verebilir…
Trabzon’da gördüklerim Samsun şehrinin sergilediği ürkütücü manzara ile
kıyas kabul etmez… Kamplarda 40.000 ile 50.000 kişi, kesin bir yoksulluk
içinde, hastalıkların saldırısı altında, büyük kısmı ölüp gidecek, başlarının
üzerinde bir çatıdan, ekmekten ve mezardan bile mahrum, buraya atılmış
durumdalar… Ölüleri gömmek için düzenleme yok, at yok, araba yok, tekne yok,
hiçbir şey yok… Burada 70-80 bin göçmen var. Birkaç güne kadar bu sayı ikiye
katlanacaktır. Bu göçün bu şekilde kendi haline bırakılması gerçek bir felâket
olacaktır…”
1871-1872 yıllarında Dağıstan
ayaklanmaları Rusya tarafından bastırıldıktan sonra kitle halinde göçe zorlandılar. Dağıstanlılar,
Çeçenler, Osetler kara yolu ile Kars ve Doğu Bayazıt’tan Osmanlı topraklarına
giriyorlardı. Bu göçten ayrı; 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşından sonra Dağıstan
ve Çeçenler Rusya içlerine, Batı Kafkasya halkından 150.000’e yakın kişi de Kuban
Çukuru’na göç ettirildiler.
Rusya’nın, asırlarca Kafkasya’yı
denetim altına alma düşüncesine en büyük katkı; İran’ın Transkafkasya
üzerindeki emelleri, Osmanlı’nın Hazar kıyılarına ulaşmasını engelleyerek, Kafkaslar’daki
manevra kabiliyetini sınırlamış olmasıdır. Osmanlı hazinesinin tükenmesine ve
büyük insan kaybına en önemli faktörlerden biri olmuştur.
Ayrıca; Osmanlı Devleti bu
savaşlar sonucunda, gerek mali gerek askeri bakımdan Rusya’ya karşı ciddi bir
ordu gücü hazırlayamamış, bundan yararlanan Rusya, asıl Kafkasya’da
Hıristiyanlığı yaymak gibi bir imkana sahip olmuştur. Birçok Kafkas yöneticisi
ve muhalefette bulunan feodal beyler iktidara sahip olabilmek için Moskova’ya
gidip vaftiz olmuşlar ve aldıkları destekle bölgeye Hıristiyan-Rus idarecisi
olarak dönmüşlerdir.
Görüldüğü üzere, İran-Osmanlı
çekişmesi; Kafkasya’nın bütününde ve Hazar kıyılarında, Rusya’nın gücünü ve
ideolojisini tanıtmasına, Hıristiyanlığı yaymasına, Gürcü ve Ermeniler arasında
taraf bulmasına, Kozakları bölgeye yerleştirmesine imkan sağlamıştır.
Bütün bu olanları ve çekilen acıları
yaşamış olan, soykırıma uğramış Kafkas çocukları, Atalarının
ruhlarının Kafkas Doruklarında hala dimdik durduklarını bilmektedirler.
Kaynak: Hasan İzzet Altınanı – Özgürlüğün Görkemli Ülkesi Kafkasya
Hasan İzzet Altınanıt